bütün kelimelerle
birşey yazın
write something
using all the words

zamanda ilerlerken

zamanda ilerlerken,
yaşamla karşılaşıyorum,
anne, baba, kardeş ve arkadaşlarla,
ölüm; sona erdiriyor aşkı,
coşkuyla açılan ışık sönüyor,
bilgisayarlar kapanıyor.

resmin bir parçasını koparıp alırcasına,
kaybediyor sevgiyi,
müziğin bir notasını ayırırcasına,
yok ediyor sanki çiçekleri,
baharı ve çiğdemi.

adeta sözlükten bir kelime çalınıyor,
sartre; eksik kalıyor edebiyattan,
androidlerle birlikte,
sona eriyor bilinçaltı,
başlıyor sıradanlık,
bu; sanki mavinin renk olmayışı,
yedinin hiçbir zaman sayı olmayışı,
ankara ve istanbul'un ise hiç varolmayışı gibi.

zamanda ilerlerken,
anlıyorum paylaştıkları kiska'yı,
insan aklını ve davranışlarını

bahar kayıhan 11072002


i don't remember my father's death
only some spots left in my mind
the light thru the window
calling the blue music
for my father's life

then I became one of the
176 androids of kiska
travelling b/w ankara-istanbul
and I saw me having an ordinary life
with my computer friend
love, literature and art are now dead
as leaving their souls in dictionaries of time

bahar has come and çiğdem has blossom
but my mother still looking at
my father's picture

yavuz suyolcu 26062002


sıradan bir deli

(Pınar Kür'ün Bir Deli Ağaç'ını anımsayarak ..)

Odamda benim dışımda her şey beyaz. Duvarlar, tavan, penceredeki demirler, yerler... Kaç gündür buradayım bilmiyorum, kaç gün daha kalacağım onu da bilmiyorum. Okuyacak hiçbir şey yok. Kalem, kâğıt ya da konuşacak biri de yok. Gün boyu yaşamıma giren gözleri düşünüyorum. Hatta iyice abartıp rastladığım ama unutmadığım gözleri bile anımsamaya uğraşıyorum. Sabah uyanır uyanmaz başlıyorum gözleri anımsama oyunuma. Zihnim gözlerden oluşan bir sözlük gibi kafamda kodlanmış adı ya da kavramı söyler söylemez görüntüyü veriyor. Birer birer sayıyorum gözleri:

Bir, annemin gözleri,
İki babamın,
Üç kızkardeşimin,
Dört bir dostun,
Beş bir tanıdığın,
Altı arkadaşlarımdan birinin

Yedi komşunun... Bakkalın, ilk patronumun, beni işten atan müdürün, ilk sevgilimin, o polisin...

Gün boyu sayıyorum ama nedense 176'ya gelince şaşırmaya başlıyorum. Mesela, bakkalın gözleri dediğimde, acaba daha da önce bakkalın gözleri demiş miydim diye telaş ediyorum. Anımsamaya çalışıyorum, olmuyor. Dün müydü, bugün müydü bilemez oluyorum. Büyük bir sıkıntı çörekleniyor üstüme. Neden 176? İlkokul numaram diye mi, bilmiyorum. İlkokul numaram 176 mıydı, artık ondan da emin değilim. Acaba 176 numaralı bir otel odasında kalmış mıydım? 176 gözün 176'sının da göz kapakları iniyor, hepsi birbirine benzemeye başlıyor. 176'yla uğraşmaya başlıyorum.

Bu anlar, öğleden sonralara denk geliyor hep, odamın içine düşen ışıktan anlıyorum. Öğleden sonraları pencerenin demirlerinden güneş ve gölge giriyor. Gölge güneşi taşıyarak üstümden atlayıp kapının soluna düşüyor. Göz sözlüğü olmuş belleğimi yokluyorum. Gözler duygularını yitirip bir androidin metal bakma deliklerine dönüşüyor sanki. İşte o android zamanları başladığında gölge güneşi tekrar kucaklayıp pencereden dışarı fırlatıyor. Duvarlar mavileşmeye başlıyor. Ben androide doğru yürümeye başlıyorum. Akşam iniyor bir yerlere, benim beyaz badanalı odama mavi doluyor.

Ve tren düdükleri duymaya başlıyorum. Önce uzaktan gelen, uzağa giden dost sesler bunlar. Ama giderek yaklaşıyor ses. Ses yaklaşıyor, yaklaşıyor ve hatta tanıdık bir trenin tanıdık çığlığı halini alıyor. Ellerimi kulaklarıma bastırıyorum. Bu Ankara-İstanbul arası giden, gelen, gelen giden o trenin, Mavi Tren'in sesi! Tren düdük çala çala bir kulağımdan girip, diğerinden çıkıyor, sağır oluyorum.

Geriye yalnızca yağ, sigara ve içki kokan bir tren lokantasındaki görüntüler kalıyor. Bir çift yeşil göz, hâlâ gözlerimden içime akıyor. Tüm kötü kokulardan kurtuluyorum. O gözlere baktıkça burnuma çiğdem kokuları doluyor.

"Volkan gibi gözlerin var" diyorum, güneş bozkırın ötesinde kaybolup ardında turuncu hüzünler bırakırken.

"Edebiyat yapma!" diyerek gülüyor.

"O zaman resmini yapmak isterim" diyorum, "Zaten resim yapamadığım için kelimelerle ya işim..."

Oysa tüm sanatlar birleşip bir film oluyor her gece. Beyaz badanalı duvarlar, beyaz perde gibi aynı filmi oynatıp duruyor. O gözlerin edebiyat ve resimle buluşmasından içimde belli belirsiz bir müzik uyanıyor. Göğsümden taşıp, gırtlağımda bir yumru gibi büyüyen müzik, her seferinde Vivaldi'nin Mevsimleri'ne öykünüyor. Yaz oluyor, kış oluyor, sonbahar hatta ilkbahar oluyor. Mevsimler değiştikçe o gözlerdeki ışık ve renk de başkalaşıp duruyor ve ben her biri için edebiyat, resim, heykel ve beste yapmak için deli oluyorum.

Birden sesi sanatlarıma karışıyor,
"Boşver bu romantik lafları, sen bilgisayar dünyasından haber ver bana. Mesela kiska'dan söz et" diyor.

Her akşam aynı şey, gözleri birden android gözleri gibi metalleşiyor. İçinde bir yığın bilgi ama duygudan eser yok. Sesler, kokular, renkler yok oluyor. Bir anda hepsini birden kaybediyorum. Sıradan bir tımarhanede, sıradan bir deli olmak çok zor. Her günün akşamında bir kez daha yaşamak istemediğimi düşünüyorum. Her günün akşamında hemşire bir kez daha ilaçlarımı getiriyor. Zorla içiriyor hepsini, yirmi dört saat daha ölmeyi yasaklıyor.

deniz spatar 26062002


sözlük

zamanın bahçesinde tik-tak tik-tak atarak, ankaraistabul, istanbulankara’da kalbim. baharda çiğdemim, çiğdemde bahar aklımda .. hayat, ışık, aşk mı ? mavi mavi ölümüm ..

resim - müzik - yazın - sanat, annebaba, kardeş, arkadaşa uzak, sana uzak, bana uzak, sıradan bir android 176 olmak istiyorum, hiç açılmayan bir bilgisayarda kiska’da..

uğur halıcı 21062002


this is my blues

in blue.
one.

time after time. love over and after mind.
music in our ordinary life, full of light.
the light of crucial art. seven.

i surely want an android. who could frame it ?
an
karaistanbul.

death is the dictionary,
dictionary is in the drawer.
life is life = chaos.
computer .. computer .. computer: is your friend.
but you cannot vanquish.

blossoms and crocus.
sister, sister ..

where are you ?
where are you ?
lost in time ?

kiss and ka. six.
lite
ra
ture

minds are bending through the looking glass.

mo
the
r
fa
the
r

picture yourself, picture me,
or

s. o. meone 20062002

 


üçleme


düşte - I

ankaraistanbul yolunda
176 android

bir zamanlar maziye bak yahya
nesi güzeldi ankara'nın !
istanbul'a dönüşü mü ..?

yoksa
birleşmek mi kurtuluş için
kemal ankara'da ..?

ankaraistanbul
yolunda
176 android
zaman tünelinde
bizans'ın

tıkandılar bolu dağı'nda
köroğlu'nun gözleri
yol gösterdi

yaklaştıkça bizans'a
dönüştüler hepsi birer
ben hur'a

işte - II

yaman bir adam olsam
kiska'nın penceresinden
baksam

ışıklanır mavi gözlerim
anababa yüreğim bir
baharçiğdem diye atar

kardeşlik için alın terim
akıl ve sevgi dolu
boncuk boncuk
puntolanmış çatıma

yaman bir usta olsam
kalemim kulağımda
......................cebimde metrem
müziğin ezgilerini çizer
resmimin yuvarlarıyla
ölçerdim zamanı
e ile

elimin altında akıllı fare
arkadaş bana
ben bilgiyi sayarım
bilgisayar sanatı

çizgide - III

ölümle yaşam arasında
şaklıyor kırbacı
ben hur'un
sıradan resimler çiziyor
havada

yazınsal bir elektrik hattı
kan tellerinden
kuşlar dökülüverir birden
gökyüzünün hattatları
sözlüğünü yazar
kare kare kurtuluşun

bülent şen 18062002


android

sıradan ölümler neden yansımaz hiç yazınsallığa ?
neden düşünmediniz ki ?
aşk, müzik, sanat, canalıcı renkli resimler
etkiliyor mu sandınız, bu bilgisayar çağından
ardakalan saflığını yitirmiş akılları,
arkadaşları, eski dostları, annebabayı,
belki de kızkardeşi.
sadece sözlüklerde kalan düz anlamlı
sözcükler oldular onlar.
176 kez de çıkmış olsam
ankaraistanbul yoluna,
baharçiğdemin mavisini izlesem de
defalarca, zaman akıp gitse de
acımasızca, vefasızca ölüme doğru
hafiflemiş yaşam sadece kiska da kalır.

aysu erden 14062002