mektuplar : erbil - sermet : yaman kayıhan : 29122001  
 

 

1 9 5 3

10 Ocak 1953
Ankara

Canım.

Yılın ilk mektubunu sana daha önce yazmak benim vazifemdi. Sebebi bir aydır ders veriyorum. Onun telaşı ve yengemlerin evden çıkması oldu. Tekrar tekrar yazılarımın çirkinliği ve mektubumun kısalığı için özür dilerim.

Sonra mektupların orada dolaşması oldu. Bu güne kadar da yine senden bekledim.

Mektubumu ders arasında yazıyorum. Kusura bakma. Nasılsın ? Ben iyiyim. yeni yıl için Ankara'ya gelmişsin. Senin üzüntünü takdir ediyorum. Ben de üzüldüm, ama kabahat benim. İki gündür mektebe gitmemiştim.

İyi günler dilerim canım.

Erbil.
(Senden mektup alınca cevabını yazarım. 30 - 31. 1952 tarihli mektubunu aldım. Sevgiler.)

14 Ocak 1953
Erenköy

Canım Erbil'im.

Beklediğim ve özlediğim mektubun beni pek çok sevindirdi. Hele içinden çıkan o nefis elmalar .. yeşillikler .. ve terkip alay serdümen asker .. hepsi de son derece arzuladığım, hasretini çektiğim şeyler .. Dudaklarım hasretinle öyle yanıyor, öyle kavruluyor ki, anlatamam. Bunu ancak, şu anda yanımda olsaydın seni bütün varlığımla kucaklamakla .. izah edebilirdim. Ve bu arzu ve ümitlerle Ankara'ya geldim. Fakat ne çare. Talih buna da yetişti. Şimdi keşke gitmeseydim diyorum.

Erbil'im, yılbaşı gelmiş çatmıştı. Herkes kendine göre bir program yapıyor, o gecesini iyi bir şekilde geçirmeye hazırlanıyordu. Ben burada ne yapabilirdim ? Son dakikaya kadar bir çok şeyler düşündüm. Neticede iki gün için de olsa, bu günlerimi ailemi ve sevgilimi görerek geçirmeye karar vererek Haydarpaşa'nın yolunun tuttum. Ümit ve sevinçle her saat biraz daha sizlere yaklaşıyordum. Kararımı ani verdiğimden sana haber verecek zaman da yoktu.

Ankara'ya gelince ayazla karşılaştım. Ankara İstanbul'a nazaran soğuk sayılırdı. Eve yürüyerek gittim. Aynı zamanda etrafımı da göreyim dedim. Etraf, hava o kadar kuru, sessiz ve manasız geldi ki .. herhalde burada İstanbul'un gürültüsüne alıştığımdan olsa gerek.

Evdekiler tabii şaşırdılar. Geceyi evde normal şekilde geçirdik. Onların da bir programı yokmuş. Benim evde aile arasında olmam kafi geldi. Benim bütün arzum seni görebilmekti. Eve gelmeyi pek uygun bulmadım. Ekseriye amcanda olduğun için de seni göreceğimden şüpheliydim. Mektebinin açılmasını sabırsızlıkla bekledim. Cuma günü akşam ve Cumartesi öğlen mektebinin kapısında son fert çıkıncaya kadar bekledim. Belki atelye çalışması filan vardır diyerek biraz daha fazla kaldım. Ne yazık ki büyük sevinçlerle beklediğim sevgilimi göremeden, her iki defasında da eve döndüm. Bu dönüşlerin ne kadar acı olduğunu tahmin edersin. Sana sürpriz yapacaktım. Sana kavuşacak, az da olsa ayrılığın acısını unutacak .. seninle el ele karanlıklara dalacak, kucaklaşacak, koklaşacaktık ..

Tekrar istasyon yolunun tuttum. Garda sizinkileri görünce çok sevindim. Gözlerim seni aradı. Gelmediğini öğrendim. Bu sevincim de eriyip bitti. Biraz sizinkilerle konuştuk. Peder bey bir hayli asabi görünüyordu, çekmişti de. Erdal'ı çiftliğe kadar iyi etti. Çiftlikte ayrıldık. Bütün geceyi yağmur içinde geçirdik. Yerim üçüncü olduğu için rahatım da o derece idi. Kompartımanın yarısı da hanımdı. Yol icabı hepsi ile ahbaplığa başladık. Ekserisi yılbaşı için gelmişler.

İstanbul'a indiğimde yağmur dinmişti. Bir kaç saat Kadıköy'de dolaştıktan sonra, öğlene doğru hapisaneye döndüm. Arkamdan da havalar bozdu. Hergün yağmur ve fırtına. Bugün biraz iyice. Ankara'dan döndüğümden beri dışarı çıkmadım. Ondan evvel de uzun zaman çıkmamıştım. Sıkıntım son haddini buldu. Patlamak işten değil. Hele böyle görmek için gidip de boş dönmesem o zaman tam olurmuş. Ne yaparsın, bu da şans.

Burada eğlence için para toplamışlardı. Saz, varyete getirmişler, eğlenmişler. Buranın eğlencesi ne olacak. Uzun zamandan beri sinemaya bile gidemez oldum.

Buraya kadar hep kendimden bahsettim.

Şimdi sen söyle bakalım benim canım sevgili öğretmenim, yahutta muallime hanımım, nasılsın ? Neş'en, sıhhatin, kilon iyi mi ? Elmalarım nasıl ? Isırılacak hale geldiler mi ? Çocukların nasıl ? Seni seviyorlar mı ? Benim gibi seni kızdırıyorlar mı ? Onlarla resim çektir de, yolla. Güzel talebelerin varsa talibim. Yahutta bazı derslere senin yerine ben gireyim, olur mu ? Ben de onlara bulaşık nasıl yıkanır öğretirim.

Yeni evine alıştın mı ? Kendi evine hiç mi gitmiyorsun ? İşte sana bir araba dolusu sual. Şimdi merak ettiğim şey seni ders verirken görmek.

Şükrü'lerden de bir hayli uzaklaştığın için, mektup alma işi de zorlaştı demektir. Aman ha mektup için fena ve soğuk havalarda çıkma. Ben gene yazdığım gibi senden mektup aldığım günü takip eden değil de, ondan sonraki Cumartesi'ye yetiştiririm. Sen istediğin zaman gider, alırsın.

Bu seferki mektubunu uçakla yollamışsın, ama gene ertesi günü geldi. Buraya uçakla yollamanın hiç kıymeti yok. Zira Yeşilköy'den buraya da bir günde geliyor. Yani trenden daha geç. Trenle yollasaydın Pazar sabahı alırdım, akşam geldi.

Ben iyiyim. Monoton hayat devam ediyor. İlaç almakta içimi, dışımı, iştahımı velhasıl her şeyimi berbat ediyor. Bunun için de çok fasıla veriyorum ve herhalde bir şeye yaramıyor. Yemekler de yenmezliğini muhafaza etmekte.

İşte umumi vaziyet böyle. Kiloya gelince. Şimdiye kadar dört ayda 18 okka almışım. Aybaşına yeni elbise, çorap, gömlek, ayakkabı alacağım, hepsi daraldı. Su bardağı bile ağzıma küçük geliyor.

İstemeyerek burada keseceğim. Hasretle kucaklar, sonsuz selamlarımı, sevgilerimi yollar, işlerinde, derslerinde ve öğretmenliğinde başarılar dilerim sevgili Erbil'lim.

Sermet.

13 Ocak 1953
Ankara

Canım.

İnsafa gelsin kalbin artık.

Sabırsızlıkla ve kıvranırcasına beklediğim mektubunu bu güne kadar alamadım. Ankara'ya gelip gidişinden bir soru işareti çıkartsam da haksız mıyım ? Fakat hayır, bir aksilik olur. İnsanlık hali. Fakat Sermet, hayatımda bu kadar acı sürpriz görmemiştim.

Evde bu konuşulunca halimi sana hiç anlatmayacağım. Daha doğrusu anlatamayacağım. Belki bu şekilde sen de hayatında bir kere acı sürprizle tarumar olmuşsundur. Bir kere diyorum, çünkü insan bu tip sürprizlerin ikincisine tahammül edemez gibi. Hala bu sürprizin aklıma geldiği zaman kalbimin zalim bir avuç içinde dev kuvvetiyle sıkıldığını hisediyorum. İşte Sermet, bugüne kadar 10 - 11 gündür bu hal içinde eriyerek bir teselli kırıntısı bekledim.

Sermet, ben senden çok talihsiz bir insanım. Bir kuş gibi çırpınıyorum, görmüyor musun ? Hakkım olmadığı halde acı yazıyorum, belki merhamete gelirsin de, artık bana acı çektirmekten vazgeçersin. Bunlar senin çektiklerin yanında ancak bir kaya yanındaki kum tanesine benzer. Kum tanesiyle konuşmak mümkün olsa da, benim gibi zavallı olduğunu aklına getirmez ve çok ezildiğinden bahseder. Sermet, seni hemen hemen her mektubumla biraz daha üzüyorum. Kat'iyyen yolumdan dönmem Sermet. Gözlerimde hayata ait en ufak bir parıltı kalıncaya kadar senin ve benim için, ikimiz için çırpınacağım.

Hayat zaten iyi veya kötü bir mücadele. Bunu kabul ediyoruz. Allah mademki benim alnıma böyle bir mücadeleyi yazdı, ömrüm nisbetinde niçin mücadele etmeyeyim ? Niçin bunu halletmeyeyim ? Niçin biz de yaşamayalım ? Fakat bu yalnız benim birazcık çırpınmamla olmaz. Ne olur Sermet, sen de ben 10 tane yaparsam, sen ½ 'sini yap. Hani, söylediklerinin hepsini yapacağım demiştin !

Haydi Sermet, haydi artık bu halden vazgeç. Eğer bir gayen varsa, onu gerçekleştirme imkanlarını arayalım. Artık yetişmez mi ? Hala bir sükun bulamadın mı ? Hala bunlar hakkında vakit bulamadın mı ? Ne olur Sermet, artık beklediğim bu mektubunu yaz.

Ne yapmak istediğini artık yaz, ben de belki bir hal çaresi bulurum. Sermet, beni patlatıyorsun. Bu ne kadar imtihan, hala bana da inanmıyor musun ?

18 Ocak 1953
Ankara

Sermet.

Önce kurşun kalemle yazdığım için beni affet (bundan önce de yani 29. XII. 1952'de de bir mektup yazdım. Onu aldığını hiç yazmıyorsun). Çok karışık bir hal içindeyim. Ne yapacağımı hiç bilmiyorum. Ayın 14'ünde yazdığın uzunca mektubunu aldım. Teşekkür ederim. Önce hazırladığım mektuplarımdan birine devam ediyorum. Önce fevkalade çok yoruluyorum. Bazan ne çıkmadık canım varmış, diye isyan ediyorum. Son sınıf çok yorucu. Onlar yormuyor da, senin bu susman yok mu, bitiriyor. Bak halimi bir yazayım da bana hak ver. Sabah 7'de kalk, giyin, koşa koşa durağa ve mektebe. 8.30'a kadar mektebin yıllığı için tertip heyetinde vazifeli çalış, faal olarak. 9.30'da derse gir. 12'ye kadar hiç oturmadan oradan oraya koşarak aş yap (yemek veya ev idaresi). 12'den sonra 10 dakika yemek ye. 1'e kadar yıllık toplantısı. 1'de derse gir. 4.30'a kadar yine düşünebileceğin her türlü yorgunluk. 4.30'dan 6'ya kadar son son sınıflara sınamacılık kursu. Nazari ve ameli (dersi filmle vermek için). 6.30'da ancak eve geliyorum. Yemek ye, plan hazırla, ödev tashih et. Saat 10 - 11'de yatak. Hele ders verdiğim günler allahlık. Bunlardan başka, şimdi bu kadar işin üstüne, benim sonum ne olacak sorusu. Sermet, niye böyle nidası. Sermet müsait bir zaman bekliyorum. Uygun bir sebep bulursam derhal geleceğim. Bir gün kalıp akşam dönerim. Parasını hazırladım. Kafamın iyice kızmasına bakar. İyi veya fena muhtasar olarak fikrin nedir artık yaz, rica ediyorum. Biraz rica ederim benim yerime yarım saat giriver. Çok zor. Çok zor günler geçiriyorum. Vallahi beynim zonkluyor. İnsanın bu kadar hissizmiş gibi görünmesi bir sürü soru işaretine yol açar. Bırak benim gözümü, başkası da böyle düşünür. Eğer yine yazmazsan vallahi geleceğim.

Bu güne kadar sana halimden bahsetmedim. Bir ihtiyacımı almayacağım bu para ile geleceğim. (Amcamların evi çok uzak, vesait yok. Onlarda kalıyorum. Bunu Erdal'dan öğrendiğini tahmin etmiştim. Eğer çok görmek isteseydin dahili bir kartla Ankara'da olduğunu belli ederdin.) Tekrar hastalanmak dahi olsa her şeyi gözüme alıyorum. Sermet, yazmadığın takdirde oraya geleceğim. Seven için fedakarlığın bir sınırı yoktur. Bu kadar mı hissizleştin ? Hiç mi düşünmezsin ? Ne kadar azap çektiriyorsun, farkında da değil misin ? Bir aydır otobüs parası vermiyorum, yürüyorum. Biriktirdiğim pek küçük de olsa 12 liram var. Sömestre başlarken 15 lira da atelyeden alacağız,27 lira ile bir günde herhalde gider gelirim. Bu kadar herşeyi açık yazıyorum. Bana bu paramı boş yere sarfettirme. Mektubunu yaz. Ne olur sevgilim.

Keşke şu satırları sana yazarken allah canımı alsaydı. Bunları yazmak benim için izzet-i nefistir, ama ne yapayım, artık mecbur ettin.

Evde olduğum için mektubunu hemen alırım. 10 gün içinde bir kere için seni aceleye sokuyorum. Bu ricamı kabul et ve yaz. Mukadderatımı kaleminle çiz, ne olursa olsun. Allah beni senden ancak ölümle ayırır. Bunu da sözle değil, yaptıklarımın neticesi anlatır. En çok nefret ettiğim şey övünmektir. Artık düşünemeyecek hale geldim. Yorgunluktan beynim zonkluyor. Senin için didiniyor, ayakta duruyorum. Beni ve kendini düşün. Mektubunu bekliyorum Yazılarımı hoş gör. Çok dalgın oldum Sermet. Yine kalemimi kaybettim. Allahım sen bana yardım et ve koru.

İyi günler dilerim canım. Sabırsızlıkla mektubunu bekliyorum. BEKLETME BENİ. GÜNAHIM NE ? Seni çok sevmek mi ? Sonum senin için ölmekse çok bahtiyarım.

Erbil.

23 Ocak 1953
Erenköy

Erbil'im.

Bana on günlük mühlet veren ultimatomunu aldım. Ben bu işlerde aceleci olmamamla beraber, cevabını vereceğim.

Nejat burada olduğu için günlerim çok istikrarsız geçiyor. Bu itibarla verdiğin 10 gün içinde bu mektubu yetiştirmem de mümkün olmayacaktır. Seni daha fazla bekletip üzmemek ve notaya riayetsizlik etmiş olmamak için bu bir iki satırla seni haberdar etmek istiyorum. Bir dahaki Pazar'a kadar inşallah yazmaya gayret ederim. Bu müddet içinde sen de belki biraz sükunet bulursun. Senin kadar ben de düşünüyorum. Tahmin ettiğin kadar alakasız, hissiz değilim.

Hasretle kucaklar, selam ve sevgilerimi yollar, yanaklarından öperim.

Sermet.

29 Ocak 1953
İstanbul

Canım Erbil'im.

Henüz zamanı çok erken gördüğüm için, mevsimsiz bir iş yapmış olmamak için bu güne kadar sana istediğim bir şekilde mektup yazamadım. Bu sefer de yazmayacaktım. Bu işin hallini en iyi zamanımıza bırakıyordum. Çok israr ettin, zorladın. Seni üzmemek, kırmamak için bazı şeyler karalamak isiyorum. Bunlara benzer şeyleri evvelce de yazmış ve icabettikçe de konuşmuştuk. Onlara fazla bir şey ilave etmiş olmayacağım. Ve bu mektubum da gene seni tatmin etmeyecek, bunu da biliyorum.

Bütün mektuplarında ve konuşmalarımızda beni hissizlikle, vurdum duymazlıkla itham ettin. Fakat tahmin ettiğin kadar hissiz ve alakasız değilim. Seni tanıdığım ve sevgimizin başladığı günlerden beri beni düşündüren, harabeden hep bu meseledir. Bu meseleye karşı nasıl alakasız kalırım. Seni haksız buluyorum. Heyecan ve acelende haklısın. Yalnız çok acele etmiyor musun ?

Satırlarımı ve ileri süreceğim hususları okurken sana karşı olan sevgi ve bağlılığımdan asla şüphe etme. Seni sevdiğim içindir ki, bunları dilim döndüğü kadar izaha çalışacağım. Neticenin buraya geleceğini, bir çıkmaza varacağını tahmin ettiğim içindir ki, sana karşı olan hislerimi uzun müddet içinde sakladım. Seni için için sevdim. Fakat hadiseler hislerimi daha fazla içimde saklamama imkan vermedi .. ve bugünkü vaziyetimiz doğdu. Ve birbirini çok seven iki insan olduk. Şimdi bu sevgiyi bir neticeye bağlamak zamanı geldi. Fakat henüz ben bu durumda değilim. Zamanı henüz erken görüyorum. Zira muallakta duran bir çok meselenin bir düzene girmediğini görüyorum. Ki bu meseleler benim hususi meselelerimdir.

Erbil'im, senden ricam bu işin münakaşasını yaparken hislerimizden, sevgimizden uzak kalarak, bitaraf bir şekilde hareket etmek ve el ele vererek bizim için en iyi şekil hangisi ise öyle halletmektir. Sen istedikten sonra her şey olur .. Seven ne yapmaz deme. Evet, bunlar da kabil fakat bize lazım olan bizim saadetimiz için en iyi olanıdır. Yukarıda da dediğim gibi ben acele göstermeyeceğim. Adımlarımı çok hesaplayarak atmam lazım. Zira bu işin bir defa tecrübesini yaptım. Tadını da .. acılarını da tatmış oldum. Başıma gelenler tafsilatı ile malumun. Sen maziyi unutamıyorsun diyorsun, ama asıl benim unutamadığım mazinin üzerimdeki tesiri ve acılarıdır. Hala o darbelerin tesiri ile bugüne kadar sanatoryum, sanatoryum dolaşıyorum. Onları çoktan unuttum. Nihayet onlar hayatın cilveleri idi. Fakat hastalıktan sıyrılmak zor. Sen şimdi ben de hasta değil miyim, diyeceksin. Onu da ayrı mütalaa etmek lazım. Ben yalnız kendime ait olanlardan bahsedeceğim.

Beni düşündüren ve bir türlü düzene koyamadığım meseleleri şöyle tarif edeceğim. I - ailevi durum, II - Maddi durum, III - Sıhhi durum.

I - Ailevi durumumda, bizi en iyi ve eskiden tanıyan çok sevdiğimiz bir ailenin ferdi olarak tanıyor ve bir hayli biliyorsun. Beni harabeden ve bunalımlarda süründüren ve istikbalime mani olan şeylerden biri de budur. Evimiz istikrar bulmamıştır. Üzüntüler beni burada da bulmuştur. Şu bir kaç gün içinde kardeşlerimden gelen mektupları okusan daha iyi öğrenirsin. Kafam, ruhum karmakarışık. Kilo bile almam durdu. Hatta 15 gündür de geri gidiyor. Hiç bir yere de çıktığım yok. Hapishane hayatı yaşıyorum. Nejat burada idi. Bir hayli onun mektep ve işe girme işleri ile uğraştık. Derken arkadan evde başka tatsızlıklar çıktığını öğrendim. Bunlar da kısacası gelin, kaynana meseleleri .. hep benden medet bekliyorlar. Ben ne yapayım. Ankara'ya da yılbaşında ani olarak bu işler için ve evin halini bir iki gün için olsun yakından göreyim diye gittim. Bu arada seni de görebilmek benim için en büyük teselli olacaktı. Kısmet değilmiş. Sen bu geliş gidişimi de "acı bir sürpriz" olarak vasıflandırdın. Haklı olabilirsin. İçinde bulunduğum şartları bilmiyorsun. Bilsen belki hak verirdin. Mektupla haber vermem de kabil değildi. Buna manim, buradan veya Ankara'dan vereceğim kart eline geçinceye kadar ben çok gelmiş ve gitmiş olacaktım. Bunları sana geçen mektubumda izah etmiştim. Onun için üstünde fazla durmayacağım. Zira mevzu dışına çıktım.

II - Maddi durum. Maddi olmadığın için bunun üzerinde fazla durmayacağım, ama gene de durmak lazım gibi. Bir iki noktayı açıklamam lazım. Bugünkü şartlar altında kazancım buna kafi değildir. Sen de kazanmış olsan ile düşünmek lazımdır. Nejat mektebe devam ettiği müddetçe ona bakmaya (üst baş ve harçlık, mektep masrafları) mecburum. Bu vazifem de. Sonra; ben hep bir arada oturmak niyetinde değilim. Annem yanımda olduğu veya olmadığı takdirde, ben ona her ay para yardımında bulunmaya mecburum. Bunları da benim ayda elime geçen 244 liradan temin etmek lazım. Geriye kalan ne ifade eder ? Ki bundan benim evin ihtiyaçları için ödemiş olduğum aylık taksitler düşülmemiş. Benim de kazancım olacak, diyeceksin. Evet, benim gibi senin de kendi ailene karşı borçların olacak. Evvela erkek olarak senin değil, benim evime bakmam lazım gelmez mi ? Erbil, bunları sana zorluk çıkarmak için yazmıyorum. Böyle bir şey aklıma gelmiyor. Fakat bunları da düşünmek ve beraberce halletmek lazım. Vaktiyle sen bana hesaplar yapmıştın. O gibi hesaplar daima kağıt üzerinde kalmaya mahkumdu. Hayat tecrübelerin arttıkça göreceksin.

III - Sıhhat vaziyetim. Asıl üzerinde durulacak mesele budur. Karşında hasta bir insan var. Aradaki ufak tefek zaman hariç iki seneye yakın bir zamandan beri hastanelerde dolaşıyor, çare arıyorum. Geçen zaman ve kulladığım ilaçlar bana ne kazandırdı ? Bunu kendi kendime soruyor, kendimi ölçüp biçiyor ve ortada hiç bir şey göremiyorum. Dediğim gibi, derdim yalnız hastalığım değil ki. Üzüntüler yakamı bırakmıyor. Bu müddet içinde ancak 2 - 4 kilo alabiliyor ve sonra onu da 5 - 10 gün içinde geri veriyorum. Bunca devletin bana yaptığı masraf ve benim çektiklerim de boşa gidiyor. Geçenlerde münasip getirip doktoruma evlenmek hakkındaki fikrini sordum, aldığım cevap acele etme oldu. Bunun da kıymeti yok. Her şeye rağmen kararımı vereyim. Evlilik mes'uliyetini omuzlarımda taşıyabilecek miyim ? Ve bu hayatı nereye kadar götürebilirim ? Evlenmek kolay, kolay ama bu mes'uliyeti omuzlara alabilmek. Daha açık konuşmak lazım gelirse ve ayıp da olmazsa yazayım. Evlenmekle beraber müşterek bir hayat başlayacak. Ben kendimde evliliğin bütün icaplarını normal bir insan gibi yerine getirebileceğimi kestiremiyorum. Hastalığım sebebiyle kendime güvenemiyorum. Bunları yapamayınca da saadet denilen şey ortadan kaybolacak ve seni mes'ut edemeyeceğim. Ki bunun başında cinsi faaliyetlerimiz gelecektir. Bu mevzuda hiç bir zaman normal bir eş gibi hareket edemeyeceğim herhalde. Zira hastalığımın amansız düşmanlarından biri de bu. Ben seni tatmin edemezsem neye yarar. Ben bu hayata ne kadar dayanabilirim ? Bunu kestiremiyorum. Sen hasta çiftler yok mu, diyeceksin, çok .. Fakat durumları nedir ? Bilmiyoruz. Herhalde onlar işin içinde iken bu hallere uğradılar. Biz işin başında iken ileri ve geriyi düşünmemiz icabetmez mi ? Sonra sen çocuk istiyorsun. Bunu senin kadar ben de arzu ederim. Temeldir. Fakat onun da büyük mesuliyetleri var. Onu orada bırakmaya hakkım var mı ? Sağlığıma hiç bir suretle güvenmiyorum. İki tarafım da sakat. Senin gibi hava almış olsaydım kendimi sigortalamış ve kurtulmuş sayardım. Öyle değil mi ? Hava veya ameliyat durumunda değilim ki, teklif etmiyorlar. En son ilaç Rimifon var. Bugünkü aylık muayenede vermelerini istedim. Onu şimdi değil, ilerde icabederse veririz, koz olarak elde kalsın, dediler .. bu da beni kırdı. Demek ki ben her an fena vaziyete düşebileceğim ki elde bu ilacı son çare olarak tutuyorlar. Ben seni mesut edemez ve istediğin hayatı temin edemezsem bu evliliğin ne kıymeti olur ? Seni bedbaht etmeye hiç hakkım yok. Bu hususlarda hislerle değil, mantıkla hareket etmem lazım. Aksi halde bugünkü hayatı da bulamam. Tekrar ediyorum, bunları yapmakla senden uzaklaşmak, seni baştan atmak istemiyorum. Düşüncelerimi yazıyorum. Seni çok seven bir insan olarak senin yaşamanı, benimle beraber ömrünün kavrulmamasını, saadetini istiyorum. Ben nasıl olsa darbeyi yedim. Hayata karşı olan biçareliğimin, küskünlüğümün zail olması pek zor. Beni daima (isteksiz) görüyorsun. İsteksiz değilim. Ben de her insan gibi bir yuva kurmak, bir eşe (tabii sana) sahip olmak ve yaşamak istiyorum. Dediğim gibi kendime güvenemiyorum. Seni sağlam bir insanla, bir meslek sahibi ile evli görmek, senin saadetin ve ileriki günlerin için lazım. Bu benim için çok acı olsa da, senin için bunun böyle olması lazım gelmez mi ? Seni sevdiğim için neticede bu acıya da katlanırım.

Ve sonra: Benim istikbal hakkında ne düşündüğümü (iş hususunda) yazıyorsun. İstikbal benim için çoktan mahvoldu. Benim de herkes gibi bir istikbal düşüncem vardı. Muhtelif sebeplerle fakülteden ayrıldıktan sonra hayat darbesi başladı. Ve hergün omuzlarım biraz daha çökmeye başladı. Fazla ilerisini gerisini düşünmeden uzun seneler konuştuğum kıza verdiğim sözü yerine getirmek için evlenme işlerine giriştim. Netice malum. Derken hastalık omuzlarla beraber, belimi de çökertti. Şimdi neyi düşünebilirim ? Bu hastalık bende kaldığı müddetçe, alalade bir memur olarak bulunduğum yerde çalışmaya mecburum. Burası bana hiç bir istikbal vermeyecektir. Hastalığım sebebiyle de herhangi bir yere iltimasla da olsa nakletmeme imkan yoktur. Zira almazlar. Ve her an da tasfiye edilmek korkusundayım. Sanatoryuma bu gidip gelmeler üstüste binince neticede tasfiye edecekler. Şimdiki müdürüm bunu yapmasa bile ileride ne olacağı kestirilemez. Allah göstermesin hal böyle olursa ? Ben ne yapar, nasıl kazanır ve evime, aileme nasıl bakarım. Sermaye yok ki serbest iş yapayım. Bunun için aynı zamanda kabiliyet ister. Ama tek başına olursan kolay. İş sonunda intihara kadar gider. Kimini düşüneceğim, değil mi ? Yalnız bu sözlerim seni üzmesin, konuşuyoruz dedim ya.

Sana gelince: Henüz mektebin devam ediyor. Havan kesilmedi. Hava alırken evlenmenin mahsuru olur mu, olmaz mı ? Haziran'da mektep bitecek. Ağustos başında kuranızı çekeceksiniz. Senin için kura mevzu bahis değil. Tayin ama, nereye ? Senin gittiğin yere benim gelmem hiç bir zaman için kabil olmaz. Çünkü teşkilatımız hep küçük istasyonlardadır. Kabil olduğunu farzedelim. Taşradaki işlerimiz hep faal ve toz, toprakta, ayakta ve hububat yığınları arasında ekseriye açıkta çalışmaktır ki buna ben tahammül edemem. Zaten vermezler. Ben ancak masa başında çalışmaya mecburum, daha doğrusu mahkumum. Arkadaşlarımın hepsi, hatta benden sonrakiler bile birşeyler oldu. Ben ise hiç bir şey olamadım ve olamayacağım da. Herşeyde hastalık karşıma duvar gibi çıkıyor. Buradan çıktıktan sonra, orada tekrar Numune'de heyete gireceğim. Daha şimdiden oradan çalışabilir diye rapor alıp alamayacağımın kaygısı içindeyim. Burası ne dese, onlar bildiğinden şaşmıyorlar. Burası nasıl istersen öyle yazıyor, ama kıymeti yok.

İşte Erbil'im sana bir çok şeyler yazdım. Sana bunları yazmak istemiyordum, beni mecbur ettin, yazdım. Bunları yazmaktan ziyade zaman geldiğinde seninle karşılıklı konuşmak istiyor ve onun için susuyor, mevsimsiz hareket etmek istemiyordum. Beni düşündüren, üzen, harabeden bunlar. Bu sebepledir ki, sana karşı da çok fena, çok müşkül durumdayım. Suçluyum belki de. Bunların cevaplarını verebildiğim ve hallettiğim gün kendimi bahtiyar addedeceğim. Yardımına da ihtiyacım var. Bizim için en iyisi hangisi ise o olsun. Alın yazısı değişmez. Buna da inanıyorum (her zaman olduğu gibi, daha evvel de izah etmiştim). Şimdiki halde düğümler ve karanlıklar içindeyim.

Yazılarıma son vereceğim. Sana tatminkar şeyler yazamadım. Hep fena şeyler yazdım. Müşkül şeyler ortaya attım. Zorluklar ortaya koydum, değil mi ? Fakat bunları açıkça yazmaya mecburum. İlerisinin iyi ve sağlam olması için her şeyi açık ve etraflı konuşmak lazımdır. Onun için beni hoşgör. Sana en iyi günler diler, hasretle kucaklar, selam ve sevgilerimi yollarım.

Sermet.

22 Şubat 1953
Ankara

Canım.

Kurşun kalemle yazdığım için sakın aklına bir şey gelmesin. Özür dilerim. Fakat sebebi şu. Kompartımanın kapısı bozuktu, çek ,çek açılmıyordu. Zorla açayım derken baş parmağımı sıkıştırdım. Azıcık şişti. Kurşun kalem rahat oldu.

Rahat ve asude bir yolculuk yaptık. Kompartımanın altısı da bizim mektepten idi. Saat 9'a kadar konuştuk. Sonra uyudular, ben de malum. Zaten Sevim'e de söylemiştim. Bu sefer İstanbul'dan dönüş bana çok fena geldi. Ayaklarım hep geri geri çekti sanki. Sabaha kadar sen ve senin hatıralarınla en güzel acıları zaman zaman içime sindirdim.

"Üç Katlı Ev" çok hoşuma gitti. Hiç roman okumazken, severek okudum. Biraz da bizden renkler olduğu için hoşlandım. Hele geceliklerini (Bedia'nın) giydiği sahneyi canlandırdığı yer. Tam senin tahayyül ettiğin gibi, elmalı idi. Düdüğün için de pek çok teşekkürler. Haydi ben sana sorayım, senin aklına onu almak nereden geldi. Çok yorgun olmama rağmen bunu hiç hissetmiyorum. Yalnızım. Bu yalnızlığım ne zaman bitecek ? Benim bu aceleci karakterim senin pek sıkıntılı anlar geçirmene sebep olmuş. Sensiz hayatın bence artık hiç kıymeti yok. Benim gayem seni yaşatmak (bu günkünden daha kuvvetli olarak). Ben buna muvaffak olacağım Sermet. Sana sıhhatini kazandıracağım. Sırasında fedakar, sırasında feragatli olacağım. Allah alnıma ne yazdı ise şüphesiz o olacak. Ama, demek ki seni bugün (ikimiz de malum) tanıdım. Demekki benim alnımın yazısı bu. Bundan sonra ileri götürmek bizim vazifemizdir. İkimiz de önce vazifelerimizin ne olduğunu bilmeliyiz ve beraberce halletmeliyiz.

Sen önce kendi sıhhatinden başlamış ve hepsini anlatmışsın. Ben de anlatayım.

1 - Sıhhatim: 25 günde bir hava alıyorum. Doktorlar evlenmemizin mahsuru olmadığını söylüyorlar. Tabii senin kanaatin de haklı olarak dahil.

2 - Evet aile durumumuz: İstersen beni serbest, istersen borçlu kabul et. Fakat ben kız olduğum için iş evlendikten sonra değişir. İlanihaye evine borçlu bir kız var mı ? Bu gün bu iş için acele dediğimize göre, mevsimi gelinceye kadar bir hayli borcumu ödemiş olmaz mıyım ? Bu kısımlarda kısaca yazdıklarımı istediğim kadar açabilirim. Karşılıklı hal çaresi de budur.

Benim nerede vazife göreceğim seni düşündürmesin. Bilakis şimdi memnun olabileceğin bir haber vereyim. Ben mezun olunca zaten sıra beklemem lazım, onun için burada çalışabilmem için orta öğretimden ders isteyeceğim. Bir arkadaş, geçen seneki mezunlardan, şimdi kolejde çalışıyor. Çok rahat, iş hiç yorucu değilmiş. Maaş da aynı şekilde, enstitüde ne alacaksa orada da onu alacak. Bu benim için en iyi yol. Hem Ankara'da senin yanında kalmış, hem de rahat etmiş olurum. Ders sayısı az ve haftada iki gün de evde, çok iyi. Yine tekrar ediyorum Sermet, istediğin yeri sor açayım. Bu samimiyeti göstermezsen, ben de yüz bulup soramam, hadiseler de öylece halledilmez, kalır. Dünyada samimiyet bütün kapıları açar. Kimisinde anahtar kaybolmuştur. Biraz aramak icap eder. Kimisinde de hemen açar. Bizimki biraz zor açılacak. Ne yapalım, sabredeceğiz. Yeterki bu anahtarı arayalım. Bugünkü durumumuzu elbet bir gün bir neticeye bağlayacağız. Biraz geç olacak, ama halledeceğiz. Senin bunu yapabilmen için daima sana yardım edeceğim. Ve o zamanı mümkün mertebe kısaltacağız. Ricam da tabii bu arada başta tutacağım sevgi ve hislerimden ayrı olarak düşüneceğim (ama çok sevdikleri ön planda). Buraya kadar muhtasar olarak geldim. Şimdi seni ürküten ve bigane kılan sıhhatine gelelim. Sen yine şu anda halime güleceksin. Gül, ne çıkar, ben yolumda muvaffak olacağım. Bunu er geç halledeceğim.

O hasta insanın karşısında hasta bir kız da var. Ona göre konuş. Senin ilaçlarla aradığın şifayı, sana ancak huzur içinde rahat bir yuva verecek. Senin ilaçlardan bulamadığın şifa seni üzen şeyler. Yoksa hastalığın değil. Gerçi kararlarında hürsün Sermet, ama senin iyi olman için önce maneviyatını düzeltmen lazım. Sana İstanbul'da iken bir arkadaşımdan bahsetmiştim. Doktorlar her zaman asap bozan insanlardır. İyi şeyi ender olarak söylerler. Kötü söylemekle hastayı mecburi rejime sokarız zannederler. Bunun için evlenme işinde acele etme sözünü çok manasız buldum. Belki sen de beni manasız buldun. Ben izah edeceğim. Sen bir sürü şey yazmışsın. Beni şimdi kimbilir ne kadar ayıplıyorsun. Ben de kendimi ayıplıyorum, ama mecburum yazmaya. Diyorsunki; evlilik mesuliyetini yüklenebilecekmiyim, müşterek hayatı idame ettirebilecekmiyim. Çok mu zor Sermet. İstanbul'da kaldığım müddetçe epeyce yorulduk. Evliler her gün böyle midir ? Sonra; yani bu gün bu olacak diye bir kayıt filan da mı vardır, bilmiyorum. Varsa onu da anlat. Mecburmuyuz herkes nasıl yaşıyorsa madde halinde yaşamaya. Kendimize göre bir oran yapamaz mıyız ? Yahut da muayyen bir zaman için kardeş gibi yaşarız, olmaz mı ? Ah allahım ne zor, aklıma da gelmiyor ki. Yahut odalarımızı ayırırız. Azmedersek bunu yapabiliriz Sermet. Her arzu edilen şey olmaz, değil mi ? İsteklerimi körletebilirim. Çocuğa karşı çok zaafım vardır, ama sonra düşünürüm. Sanki olmuş gibi düşünüyoruz Sermet.

Ben sana söz veriyorum, elimden gelen her şeyi yapacağım. Yaşatacağım seni, değiştireceğim. İstekli bir insan olacaksın. Ben bu kadar uğraşayım, allah beni bedbaht etmez. Zaten ben sensiz olduğum gün bedbaht olmuşumdur. Arada sırada kullandığın cümlelerin bilirsin beni nasıl ezer, kahreder. Yine bir sözün; (nasıl olsa ben darbeyi yedim, hayata karşı küskünlüğümün zail olması pek zor), düşünmeden söylediğin, laf olsun diye söylediğin midir ? Yoksa bu sözlerin beni (kendi tabirin) baştan atmak değil de nedir ?

1 - Seni bedbaht etmeye hakkım yok.
2 - Senin yaşamanı,
3 - Benimle ömrünün kararmamasını,
4 - Saadetini istiyorum.

Benim saadetimi isteyen bir kimse benimle ömrünü karartma da derse beni o zaman yaşatır mı ? Bedbaht mı eder ? Benim saadetimi senden başka kim yapabilir ? Velevki böyle birisi karşıma çıksa, acaba bana saadet rengine bürünmüş kezzap vermiş olmaz mı ? Bunları senin düşünmen bana hayat mı verir ? Adeleleri sağlam olur belki (yük taşıyanlar gibi) ben bunlarla nasıl yaşarım. Allahım ya beni Sermet'le yaşat, yahut hemen canımı al. Bunları duymayayım. Senin için acı olan bir neticeyi ben düşünebilir miyim ? Eğer böyle bir şey olursa önce ben seni beklemek üzere bu dünyadan ayrılırım. Ve yaşıyorsam muhakkak deli olarak yaşıyorumdur. Benim o halime sen Erbil saadeti buldu diyerek katlanabilir misin ?

Mes'ut günler bizi bekliyor. Sermet elimin acısına ve yazımın çirkinliğine rağmen yine yazıyorum, yazacağım. Benim samimiyetimden asla şüphe edemezsin.

Sermet, bütün teferruatı ve seremoniyi bırakıp düşündüğümü yazacağım. Mezun olur olmaz bakanlığa bir dilekçe vereceğim. Enstitüde değil de orta öğretimde ders isteyeceğim. O şekilde senin yanında kalabileceğim. Açıkça söyleyeyim Sermet, ben Ankara'da kalırsam ailemin yanında kalmam lazım. Yani kardeşlerim, babam ve annem. Halbuki ben Ankara'yı annemi alıp uzağa gitmek için istemiyordum. O muhitten uzaklaşmak için. Onların fikirleri bana bazan pek iyi gelmiyor. Neş'emi kıran haller oluyor. Ben ise neş'eyi çok severim. Gülemezsem hasta olurum. Uzatmayayım, şimdi senin için Ankara'da kalacağım. Burada çalışacağım. Muayyen bir zaman için buna tahammül edeceğim. İstiyordum ki, ayrı bir evim olsun, ona göre evimin eksiklerini düşüneyim. Daha açık konuşayım, temiz eşya sahibi olayım istiyordum. Bunu da beraber olursak daha iyi düşünürüz, neler alacağımızı. Masraf bir kere yaplır, bir kere de ödenirdi. Ailemle beraber oturursam bunları yine yapacağım, ama benim kullandığım gibi kullanılmayacak. Her ne ise, bunu sonra düşünürüz.

Mevsimi de gelince sen bana halkamı takacaksın, ben sana halkanı takacağım. Beraber alacağız, yalnız sizin ve bizimkiler görecek. Hatta düğün dahi yapmayacağız. Böylece basit bir şekilde yuvamız hiç kimseyi, hatta bizi dahi sarsmadan kurulacak. Sonra da planlı ve sağlıklı olarak yaşayacağız. Bizim yaşamamız herhalde lüks olmayacak. Sen 244 lira alacaksın. Ben 165 lira alacağım. 244 + 165 = 409 eder. Bunun içinden teyzeme ve Nejat'a ayırırız, geri kalan da bize yetişir.

Çok fazla derinlere gidersek biz bu işi yapamayız. Bu yazdıklarımda hiç sevgi ve hislerimle hareket etmedim.

Yine son söz senindir, ama ben bunu seni beklemeden yine tekrarlıyorum.

Ömrüm seninle kararsın, yalnız gözlerin beni aydınlatır. Ömrüm her gün biraz daha kararıyor, bu da bil ki manen sensizliktendir.

Diyorsun ki; senin saadetini istiyorum. Evet, onu şöyle düşünürüz o zaman. Sermet kendisinden ayrılmamı benim için aynı zamanda kendisi için saadet sayıyor. Niçin daha fazla israr edeyim. Hemen ayrılıp o hali de görmemek için ya gözlerimi kör etmek, yahut daha kolayı İNTİHAR !

Bir işe sahip olup her insan gibi yaşamak istiyorum, diyorsun ve güvenemiyorum, diyorsun. Eğer senin bu günkü düşüncelerin, üzüntülerin ve yorgunlukların müşterek bir hayata girdikten sonra artacaksa doğru düşünüyorsun. İsrar etmem yersiz. Fakat bana öyle geliyorki, o zaman sen daha sıhhatli, daha neş'eli bir adam olacaksın. Ben o zaman sana daha iyi bakma imkanları bulacağım. İstediğin gibi sana hizmet edeceğim. Bu gün bundan mahrumum.

O zaman kocam (resmen) olacaksın. İster istemez israr edebileceğim. Göreceksin senin isteklerine uyarak senin istediğin gibi bir hayat arkadaşı olacağım. Belki tam manasıyla istediğin gibi olamam (ama kusursuz insan yoktur), fakat kendimi sana ve kaynanama sevdiririm.

Canım sevgilim, gülümün arkasını yazacaktım, ama arkası hem kurşun kalemle yazılmaz, hem ben bu kartımın etejerinde durmasını istedim. Onun için yazmadım.

Şimdi Ankara'da kar yağıyor. İndiğimde tıpkı İstanbul gibi idi. Mektubunu bekliyorum. Sen beni orada gülü koklamakla bulacaksın. Ben de mektuplarınla seni bulacağım.

Elim şimdi zonkluyor. Görüyorsun artık yazmam da imkansızlaştı. Kalemi işaret parmağımla orta parmağımın arasında tutarak yazdım, ne olur affet.

Mektubunu almakla sana kavuşmuş kadar olacağım. Biricik sevgilime en canlı öpücüklerimle iyi günler dilerim.

Sermet'im, sevgilim şimdi saat 5 ve şarkılar var. İkinci şarkı senin, üçüncü de benim. Birinciyi tutmadan ismini söyledi. İkinci, "Bir bakışla bağladı zülfüne sevda dilin." Üçüncü, "Zahiri hale bakıp etme dahil bir ferdi, çekilir çile değil, çileyi zerdüsendim. Kendi halince olur bir kişinin derdi."

Erbil.

26 Şubat 1953
Erenköy

"İşte sana yeşil bir mektup"

Canım Erbil'im.

Hala inanamıyorum. İstanbul'a gelen, bana unutulmaz anılar yaşatan, hayat veren sen miydin ? Yoksa bir rüya mı görüyordum ? Ah .. o anlar hiç .. hiç bitmeseydi. Acı sürpriz senin tatlı, unutulmaz sürprizinle bağlandı .. Erbil'im, sen bu sefer bambaşka idin. Bunu izahtan acizim. İstanbul ve Erbil .. İkisi bir arada en güzel şey .. şimdi yapayalnızım .. hayır .. hayır gene seninle başbaşa, dudak dudağayım, gene kollarımdasın.

Cumartesi günü trenin beni de peşinde sürükledi .. bu sürükleniş ne kadar sürdü bilmiyorum. Sevim'in allah kavuştursun demesi ile ayıldım ve ona da allah kavuştursun dedim. Bu güne kadar kimleri karşılamadım, kimleri uğurlamadım o istasyonlarda .. fakat bu sefer ki uğurlama bambaşka oldu .. Sanki içimden bir şey kopup gitti. O an seni her zamankinden daha kuvvetli sıkmak, kucaklamak istedim. Fakat .. yalnız yanaklarını öpmek, saçlarını koklamakla kendimi teselli ettim.

Arkadaşınızla tramvaya kadar ağır ağır yürüdük. İyiliklerinden ve kendimizden bahsettik. Sevim'i çok sevdim. Sanki eski arkadaşmışız gibi .. birbirimizi yadırgamadık. O kadar tabii, o kadar samimi konuştu ki, gösterdiği yakınlık beni çok memnun etti. Herhalde o da sana bunlara yakın şeyler yazmıştır.

O tramvaya binmek üzere ayrıldı. Ben de sahili takip ederek, denizin köpüklerini seyrederek bin bir hatıra içinde Kadıköy'ün yolunu tuttum. Kendimde öyle bir eksiklik hissediyordum ki .. Artık Erbil'im gitmişti. Beni sevindirecek mektubunu beklemeye başladım.

Konuştuğumuz gibi Pazar günü Nermin'lere gittim, akşama kadar oturdum. Hava da güzeldi, ama evde kapandık. Tabii bir yığın sitem. Sevim seni tanımamış. Ben de Nermin'in arkadaşı .. hastane ziyaretine gittiğimiz Erbil'di, sömestr için gelmişler, bana da yazmışlardı, biraz gezdirdim, o gün de alış veriş için çarşıya çıkmıştık, dedim. Evvela bıyık altından güldü, sonra da ayıp oldu, tanımamıştım, hatır sormadım, daireye filan da geç kalmıştım, dedi.

Dünkü Çarşamba (25) günü de mektubuna ve gülüme kavuştum. Sevincim hudutsuz .. Gülü kokladım, öptüm, kokladım, gene öptüm. Senin bütün benliğin, kokun sanki onun üstünde. Şimdi komidinin üstünde, her dakika karşımda.

Canım, bugün de lapa lapa kar yağıyor .. Kış başladı, ama bir taraftan da eriyor. Sabahleyin ise biraz yumuşaktı. Giyinip bahçeye indik (Belediye Reisi ile). Bu arada seni otobüse bindirdiğim köşeye kadar yürüdük. Manzara fevkalade .. Bu karlı gün bana neler hatırlatmadı. Bu güzel günün bir eksiği vardı; Erbil.

O karlı, yağmurlu ve soğuk günleri o kadar çok sever ki, benim kendisini sevdiğim gibi ..

Can kız, kurşun kalemle yazdığın için özür diliyorsun. Buna ne lüzum vardı. Biz işin renginde, şeklinde, merasiminde değiliz ki. Yeter ki senden olsun. O satırların içindeki samimiyet, yakınlık ve bağlılık bana yeter Erbil.

Canım. Erbil'im. Bana karşı gösterdiğin alaka, fedakarlık ve feragat beni öyle küçültüyor, eziyor ki .. sana karşı aciz kalıyorum. Çünkü ben sana o feragatı gösteremiyor, istediğin insan olamıyorum. Olmak istemiyor değilim. Beni yanlış anlama olacağım, olmaya çalışacağım. Fakat bu belki çabuk olmayacaktır. Yalnız sen sabırsız olma canım. Satırlarının içindeki fikirlerini beğeniyor, benimsiyorum ve gösterdiğin bu samimiyet ve feragat karşısında emin ol ki seni daha çok seviyorum .. Sana daha çok bağlanıyor ve inanıyorum. Hayır, hayır .. senden ayrılmak, kaçmak .. istemiyorum. Bu senin için olduğu kadar, benim için de hiç bir zaman iyi olmayacaktır. Buna inanıyorum. Benim istediğim, bizim için en iyi, en hayırlı olanıdır. Alnımızın yazısı ne ise o olacaktır, endişe etme, aceleci olma.

Erbil'im senden ricam şudur. Bu işi mektuba dökmeyelim, bu yazışmalar seni de, beni de yoracak. Seni imtihanlarının arifesinde meşgul etmek istemiyorum. Şimdilik bunları bir tarafa bırakarak, yalnız derslerinle ve sıhhatinle meşgul ol, ama beni de ihmal etme.

Er geç bu buhranlı anlar geçecek, Ankara'ya döneceğim. Seninle başbaşa verip, sakin sakin konuşacak ve halledeceğiz ve bu hal şekli de inşallah istediğimiz gibi olacak, buna çalışacağım. Yeter ki hadiseler de bizim lehimize çalışsın. Edebiyen birbirimizin olalım. Tahayyül ettiğimiz günler birer hakikat olsun. Benim de isteğim sana KARIM diye hitabetmek .. ve her an seni kucaklamaktır Erbil'im.

Bende pek değişiklik yok. Bıraktığın gibiyim. Sadece Erbil'imin maddi varlığından uzağım, o kadar. Fakat her an seninle beraberim. Odam senin hayalinle, sevginle, aşkınla dolu.

"Rüzgar Gibi Geçti"ye gidememiştim. Reis'e telefon edip, yarın için bilet temin ettik. Kısmet olursa sabah çıkacağız. Yemeği dışarıda yiyeceğiz, sinema birde. Akşamüstü de biraz daha dolaşıp, döneriz. Mektubu da yarın dışardan atayım diye akşamdan yazıyorum. Öbür gün, yani Cumartesi herhalde alırsın. Eğer Cumartesi alırsan, akşam saat tam altıda beni an, ben de aynı an seni anacağım. Aynı andaki anışlarımız göklerde kalplerimizi, dudaklarımızı, ruhlarımızı bir daha birleştirsin.

Belki Cumartesi almaz da, Pazar günü alırsın. O zaman da aynı hareketi aynı saatte Pazar günü de tekrar ederim, olmaz mı canım ? Seni daha şimdiden pek çok özledim.

Sen nasılın, kilo vaziyetin nasıl, İstanbul'da bir eksilme oldu mu ? Zira seni pek çok yordum da. Ben ½ kilo kaybı ile işi kapattım. Henüz telafi edemedim. O kayıp da şüpheli olan kayıptı zaten.

Erbil'im sana yazmakla doyamıyorum, ama müsaade et de artık keseyim. Parmağını sormadım, geçmiş olsun. Nasıl oldu ? İnşallah şimdiye kadar geçmiştir. Yaramazlığının oyası. Kimbilir trende kızlara ne yapıyordun da parmağın kapı arasında kalmıştı. Böyle canının yanacağını bilseydim kapının işini ben halleder, ısırırdım. Ama yalnız parmağını değil, elmalarını da ..

Cumartesi günü Beyoğlu'na çıktığımda bir anne yavrusuna o düdükten alıyordu. Ben de kızıma aldım. Benim de kızım var, ben de onu sevindiririm diyerek aldım. Trende de eğleniriz demiştin. Trende eğlenemedi isen de mektep de eğlenirsin. Ben yatağa girdimmi çıngırağımı da yanıma alıyorum.

"Üç Katlı Ev"den iki tane almıştım. Okumadan verdim. Ben de yeni bitirdim, hoşuma gitti. Hayata yakın ve dediğim gibi bizden de renkler var. Fakat daha ziyade hayatın cilveleri ile, acıları ile dolu.

Bedia'nın gecelikli hali .. ni okurken seni tahayyül ettim, ondan şüphen olmasın ve Anna'yı omuz başlarından öpen delikanlı gibi ben de seni oralarından öptüm, ama gıdıklandığın için rahatça öpemedim.

Doyulmaz Erbil'im .. müsaade et de burada bırakayım, yatayım. Biraz da hayalinle başbaşa kalayım. Kucaklayayım seni.

Mektuplarını sabırsızlıkla bekliyorum. Sana iyi günler, sağlıklar, başarılar diler, bütün kuvvetimle kucaklar, yanaklarından öperim yaramaz sevgilim. Şükrü'ye ve Sevim'e selam.

Sermet.

2 Mart 1953
Ankara

Canım Kayıhan'cığım.

Şirin mektubunu ancak Pazar günü aldım. İsteğini Pazar akşamı saat 6'da Yeni Sinema'da bir aşk sahnesini seyrederken yerine getirdim. İsteğin istediğinden de ala yerine geldi. Böyle ikimizin aynı anda birbirimizi hatırlamamız çok hoşuma gitti. Ben de şöyle düşündüm. Her Cuma akşam saat 6'da birbirimizi nerede olursak olsun derin bir nefes alarak analım. Olmaz mı canım ?

Sermet'im Sevim'den aldığım mektupta sana ait pek çok şeyler buldum. Dört sayfa hep seni anlatmış bana. Bazı sana sormaya cesaret edemediğim sualleri o sormuş sana, bana da cevaplarını yazmış. Bu cevaplar beni düşündürdü. Belki aklına, kendi sormadı, arkadaşı ile sordurdu, şekli gelebilir. Fakat emin ol bu tip şeyler düşünmüş değilim. Çok üzüldüm. Hani seninle "Saba Melikesi Belkıs"a gitmiştik. Orada sabık eşinden bu tip bir hatıra anlatmıştın. Seni temin ederim Sermet kat'iyyen vasıtalı iş görmem. Daima müşgüllerimi kendim hallederim. Bu tip şeylere tenezzül etmeyi bir küçüklük sayarım. Arkadaşım olduğu için canının sıkıntısından biraz bahsederim, ama hal çaresini ondan aramam. O benim yalnız arkadaşım, daha ileri gidemez. Belki sual soruş tarzından da böyle bir şeyi onun da düşünmeyeceğini anlamışsındır. Bunu da yazmayacaktım, bazan insanlar çok hassas olurlar. Senin de böyle bir zamanına rastlarsa, seni üzerse diye yazdım.

Mümkün olsa da sana onun mektubunu yollasam. "Kalın kağıtlara ve çok uzun olarak yazmış." Ne kadar temiz kalpli bir kız olduğunu anlarsın. Seni benden güzel anlatmış bana.

Sermet seni hatırladığım an ılık bir şeyin göğsümden hemen geçtiğini, aktığını hissediyorum.

Biricik sevgilim, şimdi bir misafir geldi. Onun yanında güya ders çalışıyormuşum gibi defter içinde devam ediyorum. Onun için fikirlerim de dağınık oluyor. Yazabildiğim kadar bu şekilde devam edeceğim. Hem onların suallerine cevap veriyorum, hem yazıyorum.

Canım, şimdi de sana Ankara'dan ve kendimden bahsedeceğim. Cumartesi günü kar geceden yağmaya başladı. Pazar akşamına kadar 40 cm oldu. Ankara çok güzel oldu. Hemen hemen İstanbul'u aratmıyor. Ama kar, yalnız kar güzel değil, eksik. Kar çok cazip geliyordu. Ama bu seferki kar !

Elimi soruyorsun. Hamdolsun iyi oldu. Banyodan sonra kabukları da çıktı. Kıpkırmızı bir deri geldi. Dokununca acıyor ama, yazı yazmaya mani değil.

Sermet'im, canım, sana şimdi de gittiğim yerlerin hesabını vereceğim.

Cumartesi gününe kadar bir hafta hiç değişiklik olmadı. Mektepten eve, evden mektebe. Cumartesi günü saat 2.30'da yengem geldi, beni aldı. Biraz çarşıya çıktık ve eve gittik. Meğer evde söylemiş, o gece bir eğlenceye gidecekmişiz. Haydi kalktık, giyindik, saçımızı taradık. O gece duymuşsundur. İstanbul'un meşhur tüccarlarından bir yahudi, amcamda bir davası var, Taranto amca. O bizi Turist Otel'e götürdü. Süslenmekten hoşlanmadığım halde, o gece bana bir şey olmuş hiç gülmek dahi istemiyordum. Yalnız elbisemi giydim. Yüzümde bir damla makyaj yoktu. Oraya gittik. Fevkalade lüks bir yer. Samimiyet yok. Cazın hepsi Alman, şarkıların hepsi Almanca idi. Yalnız Karmen'i ve Endülüs şarkısını beğendim, o kadar. Şimdi bunun yerine seninle beraber İstanbul'da bir vapur gezintisi yapsaydık, mümkün olsaydı da, daha iyi olacağını sen dahi söyleyebilirsin. Yarım bardak şarapla yemek yedim. Bir kere amcamla, bir kerede Taranto amca ile dans ettik, o kadar. Gece saat 3'te de Kavaklıdere'ye gittik. Pazar günü saat 10'a kadar uyudum. Ben kalkıncaya kadar banyo yanmıştı. Girdim yıkandım. Sonra yine uzandım. Kar hala yağıyordu. O gün onu seyrettim. Gece de benim hatırım için Pazar akşamı sinemaya gittik. Eve geldik. Ertesi gün kar çok yağdığı için mektebe gidemedim. Bu gün de havam vardı, onu aldım, bir film çektirdim. Galiba artık ayda bir havamı alacağım. Kilomu soruyorsun, bilakis İstanbul bana yaramış.

Bu resmi İstanbul'da Sevim'e sormuştum. Güzel çıkarsa Sermet'e de göndereyim mi demiştim. O da izin vermişti. İyi çıkmamış. Fakat değişik çıkmış. Benzeyen yerler çok. İyi çıkmamış. Resimden yana talihim yoktur.

Fakat dediğim gibi seni çok özledim. Bu gidişle Mart sonuna kadar da sabredemeyeceğim gibi. Ne olur Sermet seni karşılamak fırsatını hiç olmazsa bana ver. Değişik haberlerle dolu, hep yeşil mektuplarını bekliyorum. "Rüzgar Gibi Geçti" filmini beğendin mi ? Hangi sahnesi hoşuna gitti.

"Ben çok sarhoştum, sen de çok güzeldin Scarlet ! ", sana neler hatırlattı.

En güzel yerlerinden biri de Melany'nin çocuğunun olduğu yer idi, bence. Sen de bahsedersen seninle seyretmiş kadar olurum.

Bir hayli yazdım Sermet, isteğinle hareket edeceğim, acele etmeyeceğim. Fakat benim Ankara'da kalmam biraz da bir sebebe dayanmalı. Çünkü Ankara'yı hiç istemiyordum. Senden onun için haber bekliyorum. En iyi günler bizim için doğacak. İyi kalpli sevgilim, hoşçakal. Mektubunu bekliyorum.

Erbil.


6 Mart 1953
Erenköy

Sevgilim.

Giyindim, maaşımı almak ve biraz da gezmek için İstanbul'a inmek üzere iken talebe hemşire mektubunu getirdi. Sevincim sonsuz. Resime de pek çok teşekkürler. Bu seferki zararsız çıkmış.

Otobüse 15 dakika var. Bu kısa zaman zarfında sana üç beş satırlık olsun yeşil bir mektup göndereyim dedim. Az ama candan. Tabii mektubuna cevap vereceğim. Bu çerez kabilinden. Sana bir de resimcik yolluyorum. Mehmetçik Kore'de nöbet bekliyor. Buranın kışını gör, yağması ile erimesi bir oldu .. ve bana neler .. neler hatırlatmadı. Nerede o geçen yılın karları .. ve onun beyazlıkları üzerinde sevişenler .. Resimde beni belki şişman göremezsen fotoğraf hatasıdır, aldanma.

Saat 18'de seni anacak (bugün Cuma) ve derin bir iç çekişi ile seni kucaklayacağım Erbil'im. Hasretle doyamadığım dudaklarından öperim sevgilim.

Sermet.

6 Mart 1953
Ankara

Canım, biricik sevgilim.

Bu mektubun cevabını alıncaya kadar bekleyeceğim.

Bu güne kadar bekleyişimin sebebi ikimiz de aynı günlerde birbirimize mektup atmışız. Bu sefer, canım tafsilatlı bir mektup gönderir demiştim. Altı gün oldu. Hala sen veya senin mektubun yok. Yeşil mektubunu ve mavi gözlü hiddetli kedimizi aldım. Ne kadar sevindim tasavvur edebilir misin acaba ? Ne yaptın ?

Merak edilecek hiç bir şeyim kalmadı. Hastalandım, ama geçti. Tahmininde yanılmıyorsun. Dersler de çok sıkılaştı. Senin yeşil ve kısa mektuplarını, iki resmini aldım, almadığımı yazdığımdan başka. Niçin kavga edelim hayatım ? Bazan yanlış anladığım şeyler olur tabii. Nihayet insanım. Melek veya ilah değilim, tabii kusurlarım oluyor. Ama sen idare ediyorsun. Anlaşıyoruz. İzah ediyorsun, hatamı da ben kabul ediyorum, değil mi ? Ah, geçinip gidiyorum. Hiç bir zaman darılmak aklıma gelmez zaten. Dargın duramam, bilirsin. En güzel huyum da budur. Kendi kendini metedene ne derler ?

Sevgilim, allah nazardan saklasın hiç merak etme. Ben kavga edemem. Münakaşa dahi çok üzer beni.

Artık senin tafsilatlı mektubunu özledim. Yazdıklarıma cevap ver ki, meraktan kurtulayım.

Sermet'ciğim, nasılsın ? Ne zaman geleceksin ? Artık çok özledim. Fakat senin sıhhatin için kendimi dahi feda edebilirim. Fakat dinimiz bunu günah telakki eder hayatım. İkimizin de yaşaması lazım.

Dün teyzem, Nejat, Şükrü bey, Suzan, yengem, amcam, babaannem, halam bizde idiler. Mahut etli ekmeği yedik. Sensiz her lokma dizildi. Teyzem de fena oldu. Bir ara ağlaştık. Teselli etmek için uğraştım, ama ben dayanamıyorum ki, benimkiler de iniveriyor. Of Sermet, çok uzattın, artık gel. Havalar o kadar güzelki. Her akşam bir sürprizle karşılaşacağım diye heyecanla mektepten bir dakika geç kalmaksızın çıkıyorum.

Ayın 31'inde yazdığın mektubun 1 Nisan mı idi ? Alt kısmına bu gün aldanıyorsun, diyeyazmışsın, ama ben 4'ünde aldım.

Sevgilim daha şimdiden baba oldun. Kitaplarımın üstünde bir çocuk resmi var. Çok güzel iki aylık oldu. 24 Şubat'ta Sevim göndermişti. Dün bir ara sordular, ben de şaka ettim. Bu kimin ? Benim oğlum dedim (Ah Sermet, senin çocuğunun annesi ben olacak mıyım ?). Sordular, peki babası nerede, dediler. Ben de İstanbul'da dedim. Yine teyzemin gözleri yaşardı. Biraz sonra kulağıma eğildi, babası Sevim mi, dedi, evet, dedim.

Yaramaz sevgilim, kah seni üzdüm, kah sevindirdim. İşte malumat kabilinden, karaladım. Yazım da çirkin oldu, affedersin, değil mi ?

Sizinkiler ve bizimkiler, ben de çok iyiyim. Sermet'ciğim, artık gel, olur mu ? Sonra geleceğin günü yaz, merak etmeyeyim. Çok fena oluyor.

Ankara'da baharlar açtı, bahar yüzlü eşim.

Güzel ve hafif kokulu ılık rüzgarlar bizi kucaklamak için artık esiyorlar. Sen de bu rüzgarları hiç olmazsa bir kerelik koklamak istemez misin ? Ben de kollarımı açarak sevgilim gelmiş diye kucaklamaz mıyım ?

Gel sevgilim, gel artık. Merak ve dört gözle, hasretle bekliyorum.

Sevgilerimi yollarım canım.

Erbil.

21 Mart 1953
İstanbul

Canım.

Elmalarını ve minelerini bugün aldım, çok teşekkür .. Elmalar .. elmalarının kokusunu taşıyordu. Onları, onları koklar gibi kokladım, öptüm, yalnız ısıramadım.

Kartında beni merak ettiğini, mektubu beklediğini yazıyor ve bana darılıyorsun. Emin ol ki ben de senin için aynı şeyleri düşünüyor .. bir mektup daha yazayım mı .. yoksa bir iki gün daha bekleyeyim, belki dersleri nedeniyle fazla yazmıyor diyordum. Zira senin mektubunu alır almaz, o gün de İstanbul'a iniyordum. Alelacele böyle yeşil bir kağıda bir sayfa kadar yazmış ve karlı bir resmimi yollamış ve asıl mektubumu da bir iki gün içinde yazacağımı bildirmiştim. Bilahare de esas mektubumu yazarak, her zaman olduğu gibi bahçedeki kutuya atmıştım. Kartından bu mektuplarımı almadığın anlaşılıyor. Sana buradaki mektup işlerinin biraz sakat olduğunu yazmıştım. Mektuplar kutudan çıkarılıp, burada damgalandıktan sonra postaneye gidiyor. Bu arada meraklıların merak-ı saikası kaybolmuş olabilir. Buna çok üzüldüm. O mektuplarımda da her zamanki gibi pek çok şey yazmıştım. Hislerimin, hususiyetlerimin başkası tarafından bilinmesini, hele bu şekilde gayri meşru yollarla öğrenilmesini istemem.

Sana mektup yazmayarak seni üzmek aklıma bile gelmez. Hiç bir sebep yok. Mümkün olsa dışarıdan atacağım, ama bu da her zaman kabil olmuyor. En son ayın 6'sında çıkmıştım. Bunu da sana o mektubumda yazmış, yaptıklarımı izah etmiştim. O günden sonra bir daha çıkmadım. Havalar çok gena gidiyor. Bugün de kar yağıyor ve soğuk .. son derece sıkıldım. Bugün olsun biraz çıkayım demiştim. Allah ona da razı olmadı, çıkamadım. Yolladığın bir çift elma bütün üzüntülerimi aldı. Sarı gülün de karşımda duruyor.

Zelzelede bizim bina esaslı şekilde sallandı, herkes dışarı fırladı. Biz de üç kişi konuşuyorduk, yerimizden kımıldayamadık.

Beni soruyorsun. Bildiğinden farklı değilim. Geçen mektupta yazmıştım, ½ kilo verdim. Bu hafta ise yerimde saydım. Aylık muayene ise gene geçen sefer ki gibi .. Yemekler ise berbat. Dışarı çıkamadığım için de can sıkıntısı berdevam. Bahçeye bile inemez oldum. Umumi olarak, beylik kelime ile, iyiyim diyelim.

Sen nasılsın, iyi misin ? Dersler sıkıştırdı mı ? Elmalar, kirazlarım nasıl .. birşeyler istiyorlar mı ? Canım onları ısırmak istiyor.

Son mektubunda, ne zaman geleceksin, bana yaz da karşılayayım, diyorsun. Bunun cevabını da yazmıştım, almadığına göre tekrar edeyim. Havalar bozuk gittiğinden ay sonunda gelmeye niyetim yok. Sonra dairedekiler biraz daha kalmamı, gelmekte acele etmememi, zira böyle yerlere her zaman gidilemeyeceğini israrla yazıyorlar.

Gelirken de Ankara'ya haber veremesem bile buradaki şubemize haber vermek mecburiyetindeyim. Geçen sefer olduğu gibi, burası gene Ankara'yı telefonla haberdar eder ve arkadaşlar, hatta evdekiler de istasyona gelebilirler. Geçen seferde saklamıştım. İstasyona indiğimde bütün dostları karşımda buldum. Böyle olunca, orada seninle buluşmamız esas gayesini kaybetmez mi ? Biz karşılaştığımızda bizi kimse rahatsız etmemeli, değil mi ?

Bu sefer de burada keseceğim. İnşallah bu mektubum eline geçer, meraktan kurtulur ve beni affedersin. Sevim'e, Şükrü'ye çok selam.

Hasretle gözlerinden öper, selam ve sevgilerimi yollarım.

Bir karlı resim daha yolluyorum. Bu da ikinci büyük karda çekilmiştir (15. 3. 53). SK.

Sermet.


30 Mart 1953
Ankara

Canım sevgilime,

Kurşun kalemle yazdığım için sakın bana kızma. Affet, ne olur, hastayım. Sen benim hakkımda çok iyi haberler aldın. Onların üstüne bu biraz kötü oldu. Ne yapalım, hastalık, sağlık bizim için. Şiddetli bir grip. Bugün su içebildim. 4,5 gün yattım. Bugün öğleden sonra okula gideceğim. Beni epeyce sararttı. Sen hatta hastalığıma inanmayacaksın. Çünkü teyzemle, Suzan Cuma günü bizde idiler. Çok neş'eliydim. 5.30'da gittiler. Ben 6'da yattım, yatış o yatış. Yattığım yerde seni yine düşündüm, asabım bozuldu. Bir müddet de ağladım. Şimdi sana bir aylık bilanço vereyim.

Ayın 6'sında yazdığın mektubunu alınca pek çok sevinmiştim. Hele o pamuk yığınları arasından çapkın gülüşünle çıkışın beni bir çocuk kadar şımartmıştı. Çünkü bu işi ilk defa yapıyordum. İstemeden resim yollamak. O yeşil ve ılık mektubun ne kadar şirindi, ama sonu öyle olmadı. Çerez kabilinden gelen yeşil esas oldu.

Mehmetçik'im demek nöbet bekliyorsun. Haydi, allah kolaylık versin. Bir hayli beni düşündürdün, yaramazım. Neyse, yeşil mektubun ve resmin çok sevindirdi. 25'inde senden aldığım mektubundan sonra ben film çektirmeye gittim, 26'sında havam vardı. Film çektirdikten sonra da teyzeme gittim, nasıl olsa okula gitmeyecektim, ama pek çok işim vardı, ama kime anlatırsın, girdikten sonra sizden çıkılır mı ? Sabah 11'den akşam 17'ye kadar. Teyzem pek çok özlemiş. Tekrar tekrar, uzun zaman görmediği bir evladı gibi öptü (senin yerine de öptü). Bir komşu teyze demek bu kadar sevebiliyormuş. Fakat bir şeyler bildiğini de sana şimdi anlatacağım.

Perşembe günü sizde iken seni bana sordu. Sermet'i gördün mü, evladım, dedi. Hayır teyzeciğim, nerede ve nasıl göreyim, dedim. Arkasından Nermin'i sordu. Onu gördün mü, çok iyi kızdır, bankada çalışıyormuş, dedi. Şimdi sen bunlardan ne çıkarırsan çıkar. Öyle sanıyorumki Nermin mektup yazdı ve anlattı, ama onun kabahati yok. Hep kabahatli sensin. Bana, sorarlarsa görmedim dersin, dedin. Nermin'e gidip sömestre için gelmişler, ben de çarşıya filan çıkardım, demişsin. Bunda ne var, ne var, ama ben saklayamayacaktım. Seni gördüğümü söyleyecektim. Tabii şimdi sen de saklayacaksın. Nermin'e de sözünü geri aldırtamayız ya. Gelince bari doğrusunu söyle. Çok üzüldüm. Var düşün, ne mevkiye düştüğümü. Tabii aşık etrafını dört duvar zannedermiş. Ben hep söylüyorum, bir gün görecekler Sermet, diyorum. İşte oldu şimdi. Teyzemin veya babamın bizi kolkola görmesi kaldı.

Evet, işte böyle, gelelim benim ve senin sıhhatine. Resimlerinden kilo aldığın belli, hiç saklama. Haydi birisini hatalı kabul edelim, aynı hata iki defa tekrar edemez ya, yahut da o makine yalnız seni toplu çekiyordur, değil mi ? Gelince göreceğim bakalım, toplu musun ?

Her halde sevinirsin. Ben pek çok sevindim. Havam bir aya çıkmıştı. Şimdi de havamı tamamiyle kesecekler. Fakat ben tomografi yaptırtmadan, bir kaç doktorla da konuşup, muayene olmadan kestirmem. Sonra imtihanlar da bitmeden kestirmem. İmtihanlar başlayacağı sırada kestirmem doğru olmaz, ne dersin ?

Hastalığımda doktor geldi. Bana şu ilaçları verdi. Tesiri şimdiden sonra görülecek. İstermisin sen de al, beraber başlayalım. Kan ve kilo için. Sakın merak etme. Emin ol. İmtihanlarda yorulacağım diye ben takviye için istedim. İsimleri: Amp. Calcibien 10cc, Amp. E vitamini, 1 kutu.

Calcibien piyasanın en güzel hücre çoğaltan ilacı imiş. 245 kuruşmuş ve beş kutu yapılırsa tam tesirini gösteriyormuş. Çok metettiler. Sen de doktoruna sor. Tavsiye eder, inşallah alırsın, olur mu ? Sen al, burada da devam edersin.

Havalar soğuk olduğu için Mart sonunda gelmek istemediğini yazıyorsun. Ankara bahara kavuştu inşallah. Arada sırada soğuk yapıyor. Eh, Mart, değil mi ? Mart kapıdan baktırır, kazma kürek yaktırır, derler. İki gündür biz soba yakmıyoruz. Artık nasıl istersen, bu fırsat her zaman ele geçmez. Onun için düşünceli hareket etmek lazım. Sen bilirsin. Yalnız geleceğin günlerden haberim olsa belki iyi olur. Perşembe günü ben size gelmiştim. Ertesi gün yine evde idim, çünkü havam vardı. Teyzemle Suzan gelmişlerdi. Her sözün sonu senin iyiliğinde bağlanıyordu. Hatta bir ara senin ismin Durmuş bile oldu, ama nasıl oldu anlayamadım. Teyzem bir şey sordu. Şimdi dursun, dedim. Senin Durmuş İstanbul'da, dedi. Bak Sermet, teyzem vallahi her şeyi biliyor. Bana öyle geliyor. Eğer biliyorsa, benim için çok fena, ama niye oğlu böyle istiyor, zaten bunu düşünerek ferahlık buluyorum. Benim için düşünen kimse bunları da düşünür. Hiç üzülmüyorum.

Bir hayli mektubumu uzattım. Şimdi sana bir hayli de kıvır zıvır gönderiyorum. Şu bahar gibi güzel günlerde sana bir bahar dalı yollamayı çok isterdim. Ama bulamadım. Arkasını da yazmıyorum, belki etejerine koyarsın. O çiçekleri hiç görmedim. Güzel renkleri var, ama ne çiçeğidir, bilmem. Tabiat dersinde Koyungözü diye bir çiçek okumuştuk. Tarlalarda olurmuş. Belki odur dedim. Her neyse.

Sonra sana bir de küçük Sermet'i yolluyorum. Ne kadar tonton, değil mi ? Bu resmi sana hazırladım, kurumasını bekliyorum. Gördüler. Onun için Ankara'da onu meydanda koyma. Kravat kutusunun içinde olanlardan haberleri var, ona göre.

Sana bir de Evistatie'nin resmini gönderiyorum. Bak da gül. Hiç talihim yok resimden, ama bunu yıllığa vereceğim. Ben zengin değilim, imzalamadığımın sebebi, beğenmeyeceksin. Teyzem de çok istedi, artık söz verdim. Güzel bir resim çektirip vereceğim. Pazarlık da ediyor hani. Resim vermezsen pijamalı resmini koyarım, diyor. Diyor ki, her kızın bende resmi var, senin yok. Benim ne hususiyetim var, olmasın ne çıkar, sizin kalbinizdeyim, kafi değil mi, dedim, güldü.

Resmimin üstündeki yazı çok komiğine gitti, bir hayli de güldün belki. Sen ne biçim adamsın, satılmıştır diye yazılır mı ? O şaka kaldırılabilir mi ? İyisiniz vallahi. Her neyse, istersen imzalar, veririm.

Gelelim bizim diploma törenine. Ankara Palas'da olacağı kararlaştı. Veda çayı şeklinde. Elbiselerden memnun olmayacaksın, çünkü içi gözükecek. Organzadan olacak, renk ve biçim serbest. Fakat yine biraz tahdit var. Renkler flu renklerden olacak, yani bulut renklerinden, uçuk renklerden. Beyaz, uçuk mavi, açık yeşil, toz pembe, sarı ..vs Ben içine taftadan kapalı bir gömlek yaparak senin beğenmediğin tarafı önleyebilirim. Aksi siyasetini kaldırırsın. Hangi renkte yapayım, biçimi nasıl olsun ? Sen de bir fikir ver, bekliyorum. Daha almadım. Nisan'da gelirsen beraber çıkar alırız, olur mu ?

Hayatım, artık havalar iyileşti, ne olur artık gel. Çok sıkıldım. Yarın Ankara Sineması'nda "Othello" oynayacak. Beni evdekiler götürmez, herhalde kaçıracağım.

Gel sevgilim, gel artık.

Şimdi iğne için adam geldi, damardan yapacak. Sonra da yataktan kalkıp, giyinip, yemeğimi yedikten sonra mektubu postaya atıp, ben mektebe gideceğim. Şimdilik allahaısmarladık. Mektubunla seni bekliyorum. Hoşça kal canım.

Belki daha yazacaklarım var, ama odanın içi kalabalıklaştı.

Ayrılık yaman kelime
Benzetmek azdır ölüme
Ayrılık yarı ölmek demekmiş
Sensin yaşamaktansa kalbim sökülsün
Aylar geçiyor, sen bana hala geleceksin
Ayrı düştüm gülümden

Bir sürü istek yakında hakikat olur inşallah

Erbil.


31 Mart 1953
İstanbul

Erbil'im.

Bu sefer de ben seni merak etmeye başladım. Mektuplarını almıyorum, ne oldun ? Dersler mi çoğaldı ? Yoksa hasta mısın ? En son elmalı bir kartını almıştım. Onda benden mektup almadığını yazıyordun. Derhal cevap vererek, ondan evvel sana iki mektup yolladığımı izah etmiştim. Fakat o mektuplarıma henüz cevap alamadım. Acaba mektuplarım mı eline geçmiyor ? Bana darıldın diyeyim, ama kavga da etmedikki ve hiç bir zaman da etmeyelim.

Bu mektubumu sırf senden bir haber alabilmek için alelacele yazıyorum. Ben iyiyim. Senin de çok iyi olmanı temenni eder, selam ve sevgilerimi yollarım.

Sermet.

5 Nisan 1953
İstanbul

Erbil'im.

Mektubuna kavuştuğum için sevinçliyim. Zira uzun zamandır yazılarını okuyamamış, bu sebeple de meraka düşerek bir kaç satırlık bir mektubumla hatırını sormuştum. Mektubumu kutuya attım, arkadan da seninkini aldım. Güzel çiçeklerime, Erbil'e çok teşekkürler. Masamın üstünü onlarla süsledim. Yalnız kızlar çocuğun resmini görünce, bekar adamın masasında bunun ne işi var dediler. Biri de götürüyordu, vermedim.

Geçmiş olsun. İnşallah şimdi tamamen iyileşmişsindir. Aman kendine bu sıralarda iyi bak, zira havalar oynak gidiyor. Ben de kendime aynada bakıyorum, fena değilim. Sen beni şişmanlamış görüyorsun, ama aşağıdaki kantar senin gibi konuşmuyor. Ben saklasam bile o doğrusunu gösteriyor. Sen nasıl bıraktıysan öyleyim. O sıralar ½ kg vererek 57.5'a düşmüştüm. Bir ay içinde sadece o mahut ½ kg'yu temin ederek 58 olabildim, hepsi bu. Bir türlü 58'i aşamıyorum ve aşamayacağım da. İlaç namına bir şey kulladığım yok. 40 ampul 10 cc'lik kadar yedim, yetmez mi ? Hiç bir değişim müşahade etmedim.

Senin tavsiye ettiğin şurup artık fazla olacak kanaatindeyim. Ve o da aşağı yukarı aynı şeymiş, isim başka. Baştaki odadaki Reis gitti. Şimdi orada genç bir doktor var. İcabettikçe ondan malumat alıyoruz.

Bu seferki resmini de pek beğenmedim. İyi, iyi ama tamamen sen değil. Bu sene bütün paraları fotoğrafçılara verdin, gene iyi bir resim elde edemedin. Geldiğimde seni otomatikle ben çekerim. Resmini tekrar yolluyorsun. Malum ya, imzalı değil. Eksiklerini tamamlarsın. Resimleri evvela imzasız, muhayyer yolluyorsun, artık yıllıkta görürüz.

Diploma töreni için dikeceğin tuvalet hakkında fikrimi soruyorsun. Senin seçeceğin model herhalde muvafık olur, içi seyredilmemek şartı ile. Renge gelince, bulut rengi fena olmaz kanaatindeyim. Beni beklersen çok geç kalırsın. Sen düşündüğün ve tasavvur ettiğin gibi yap ki sonra sıkışmayasın. Çünkü ben henüz kararsızım. Kendimde aşikar bir fark göremiyorum. Gerçi 3 - 5 günlük fazla bir kalış da fazla bir şey temin etmeyecek. Velhasıl çok müteredditim. Velhasıl gene çoğu gitti, azı kaldı. Benim bu tereddütlerim senin de canını sıkıyor, biliyorum. Fakat ne yaparsın ? Düşünmek ve acele etmemek lazım.

Bize gittiğini yazıyorsun. Bizimkiler de bizde olduğunu yazmış, selamlarını göndermişler. Bu seferki mektubunda da gene bir çok vesveselere kapılmış, bir hayli kurmuş ve tefsirlerde bulunmuşsun. Ben kendi cephemde bu işleri bu kadar izam etmiyorum ve ortada işi tefsir edecek bir vaziyet görmüyorum. Biraz mübalaa ediyorsun gibi geliyor bana. Daha doğrusu, biz kendi kendimizi şüpheli gördüğümüzden aklımıza hep fena şeyler geliyor. Bizimkilerin sana olan sevgisi yeni değil ki. Annem seni her zaman için sever ve metheder.

Kravat kutusundaki kutuya gelince: Evde benim gizli ve kirli hiç bir şeyim yoktur. Onu da kilit altına koymaya lüzum görmedim. Bildiğin yere koydum. Daha da evvel bahsettiğim gibi, onları takacak gömlek olmadığı için de kullanmıyorum. Orada duruyorlar. Üzerinde sana aidiyetini belirtecek bir işaret de yok. Para ile almış olabilirim. Bir arkadaşım (kız veya erkek) hediye etmiş olabilir .. olabilir .. şu veya bu değil de niye sana ait ? Bunu da nereden çıkarttın ? Ben buna gene senin hayali düşüncelerin diyeceğim, öyle değil mi ? Bu hususta fazla izahat vermediğin için, işin aslını bilmiyorum tabii.

Hava vaziyetinin iyi olduğunu ve yakında kesileceğini müjdeliyorsun. Buna memnun oldum, hayırlısı olsun. Yalnız havayı kestirmekte acele etme. Ayda bir aldığına göre senin için fazla bir külfet sayılmaz. İş sağlam ve garanti olsun.

Sinemaya gidemediğinden bahsediyorsun. Bu sıralarda ben de gidemiyorum. Havalar yeni yeni düzelmeye başladı. Geçen Pazar günü öğleden sonra çıkıp Şişli'de bir hastanede ameliyat olan bir arkadaşımı ziyarete gittim. Dönüşte de yol üstünde bulunan Atatürk İnkilap Müzesi'ni dolaştım ve erkenden yurda döndüm. Bu hafta hiç bir yere çıkmaya niyetim yok. Yalnız dolaşmanın tadı olmuyor, sıkılıyorum.

Sen nasılsın ? Tatil yaklaştıkça sizin sıkıntılı günleriniz de başlamıştır, allah kolaylık versin.

Bizim buradaki huzurumuz kaçtı. Zelzele mıntıkasından hastalar getirdiler. Bizim salon ve üst katın salonuna kazazedeleri yatırdılar. Onları vaziyeti ve anlattıkları da bizleri müteessir etmektedir.

İşte umumi vaziyet böyle canım. Burada son vereceğim. Sonsuz selam ve sevgilerimi yollar, başarılı günler dilerim.

Sermet.

12 Nisan 1953
Erenköy, Pazar 8.16.30

Canım Erbil'im.

Özlediğim mektubunu ve reçetelerini aldım. Sonsuz teşekkürler. Mektubunun arkası uzadığı için ben de yazmıştım. Gene mektuplarımız yolda karşılaştılar, selamlaştılar. Birisi Ankara'nın, öteki de İstanbul'un yolunu tuttu ve sahiplerini buldular. Mektubunun üzerinde "senden cevap alıncaya kadar bekleyeceğim" dediğin için ben yazıyorum. Geçen sefer bir çok şey yazdığım için bu sefere sermaye kalmadı.

Senin mektubunla beraber Nejat'tan da aldım. O da sizdeki toplantıdan, yedikleri nefis etli ekmekten bahsediyordu. Hepinize afiyet olsun. Bilirsin ki yiyecekle aram maalesef yok. Onun için ağzım sulanmadı. Yalnız güzel toplantınızda bulunmak isterdim. Burada bu gibi toplantılardan mahrumuz. Gerçi bugün tanımadığım, bilmediğim hastalarla toplanıyoruz, ama neye yarar.

Yolladığın reçeteler hakkında geçen mektupta bazı şeyler yazmıştım. Onlara ilave edecek fazla bir şey bulamıyorum. Kağıdı görünce hatırladım. (E. VITAL)'den vaktiyle (bundan evvelki gelişte) kullanmıştım. Eczacıdan başka kimseye faydası olmadı. Şimdi VITAKAPS yazdırdım, ondan alıyorum. Avrupa ve çok kuvvetli vitamin olduğu halde o bile iş görmüyor. Laf olsun diye alıyorum. Bir hayli kalem yazdırdım. Bunlar Calcibian'ın fevkinde olduğu için lüzüm görmedim. Zira onun da yaptığı aynı, adı başka. İki ilacını da refüze ettiğim için özür dilerim.

Ankara'dakilerin sıhhatlerinin iyi oluşuna sevindim. İnşallah imtihanlar da seni fazla sarsmaz ve formunu bozmazsın, geldiğimde seni eskisinden iyi bulurum. O zamana kadar elmalar da daha olgunlaşır. Onlardan öyle canım istiyor ki .. versene. Geleceğim tarihi soruyorsun. Henüz geleceğim günü tesbit etmedim. İşi biraz da oluruna bırakıyorum. Çünkü benim işler tecrübe ile sabittir, ekseriya ters gider. Onun için korkuyorum. Şimdiden gün tesbit etmiyorum. Maamafih çoğu gitti, azı kaldı. Bugünler buraların en güzel günleri. Her taraf baharlar içinde .. çiçek ve koku içinde. 15 gündür sabahları kürde yatıyor, öğle yemeklerini balkonda yiyorum. Odam bahçedeki bahar kokuları içinde. Yalnız bir eksik var .. Erbil'im. Fakat her taraf onun hatıraları ve kokuları içinde. Ben de senin gibi o güzel bahar rüzgarlarında seninle kucaklaşmak, bahar rüzgarının uçurduğu saçlarını koklamak .. seni bütün kuvvetimle kucaklamak isterdim. Fakat ne çare .. burada biraz fazla kalmak belki bana biraz olsun sıhhat kazandırır diyorum. Acaba böyle oluyor mu, onu da bilmiyorum ?

Dışarı çıktığım gün sana kart atmıştım. O günden sonra bir daha çıkmadım, nezle oldum. Onu geçirmeye çalışıyorum. Kışın bir şey olmadım. Sen burada iken de oldu, olacaktım, atlattık. Bu sefer ise atlatamadım, yakayı ele verdim. Çıktığım gün de işleri gördüm ve Şişli Marmara Kliniği'nde ameliyat olan bir arkadaşa gittim, daha evvel de yazmıştım galiba. Biraz da dolaşıp odama döndüm.

Bugün ise dehşet fırtına. Dünkü ve evvelki günkü güzel ve sıcak havadan eser kalmadı. Kapıyı bile açamıyorum. Rüzgar odada ne varsa, hepsini alt üst ediyor.

Bu bahar Ankara'da olamayacağım. Çiçekler açtığına göre gelinceye kadar bir şey kalmaz. Ben de meyvelerini yerim.

Sen nasılsın ? Sevim'le mektuplaşıyor musun ? Belki o benden çok ve sık yazıyordur. Kadın kadına oldunuzmu, mesele yok. Bir dedikodu faslına başlarsınız, sayfalar dolar, ama erkek kadın olunca havadis azalır o vakit. Benden selam yazmayı da ihmal etmiyorsundur inşallah.

Yazılarıma bu sefer de burada son vereceğim. Güzel İstanbul'dan selamlar, bahar kokuları yollarım. Bu güzel günlerde de seni bütün ruhumla kucaklar, öper, ısırırım.

Sermet.

27 Nisan 1953
Ankara

Canım Sermet'im.

Bu sabah saat 8.30'da Ankara'ya bitkin olarak geldik. Sabah derslerinden ikisine girdik. Dinleyemedik, çıktık. İzin aldık. Eve gelirken Nejat'a rastladım. Senin bahsettiğin işi Maliye'den takipten dönüyormuş. Çok iyi idi. Seyahatimiz bitti, biz de bittik. Neyse hasta olmadan geldik. Şimdi çalışıp mezun olmak kaldı. O da iki ay içinde, allah kısmet ederse tamam.

Gelelim sana söyleyemediğim hadiseye. Ben tahmin ettin dedim. Yazmayıp sana sormak, öğrenmek istedim, ama vakit kalmadı.

Canım, bu alakayı artık belli etmenin zamanı geldi zannındayım. Sebebine gelince, şimdiye kadar söylemedim, israr ettim yalnız. Fakat sen anladın. Bu güne kadar mektebi ve sıhhatimi öne sürdüm. Mektebim bitmek üzere. O mani de yakında hallolacak. Sıhhatim ise düzeldi kanaatindeler. O da yok sayılır. Şimdiye kadar hep istemediğimin sebebinin bu olduğunu zannettiler. Bu günlerde bunlar kalkmak üzere diye hazırlanıyorlar.

Onun için sen yalnız bunu belli et. Ondan sonra ben senin istediğin kadar beklerim. Bugün için isteyenler üç tane. Birine vermeseler, birine verebilirler. Yine ben haydi bununu istemiyorum, diyeyim. Babamı biliyorsun, o olsun, dedi mi bitti. Fakat sen belli edersen bunlar olmaz. Sonra Sermet bunlar senin kulağına gelirse, eğer beni istiyorsan üzülürsün. Şimdi şunları sana yazmak için ne kadar sıkıntı çekiyorum, bilemezsin. Ne kadar küçülüyorum. Sonra ben hepsini düşünüyorum. Bir kere söz verirlerse işim bitti demektir. Ortada amcamlar da var. Bütün ailenin içinde yalnız ben bir tek kızım. Artık hepsinin zamanı geldi diyorlar. Belki söylemişimdir, ailemin bütün oğulları az çok yetiştiler. Şimdiye kadar babam bunlara beni hiç göstermedi. Şimdi birinin görmesi kafi.

Sabrettim Sermet. Bu güne kadar bekledim. Artık bir tarih vardır. Yumurta kapıya geldi. Sana her türlü yazdım. Sabır ve feragat olduktan sonra, söz de verdikten sonra bilmem ne düşünüyorsun ? Babam seni sever. Bunu sana kelime ile izaha lüzum görmem. Senin görüşlerin kafidir. Sizin ailenize karşı çok ayrı bir sempatisi de vardır. Teyzem de beni sever. Bu işin olmaması için acaba ne diyebilirler ?

Canım yine mektubuma cevap vermezsen, bu şekilde beni imtihan arasında epeyce sarsacaksın. Bir hayli de müşgül duruma sokacaksın. Bu güne kadar bana karşı davranışlarını şüpheli buluyorum. Sebebi ise, sen bir kere dahi bana bir şey söylemedin, ama artık söylemelisin.

Sermet, sözlü vaziyetine işi sok, istediğin kadar bekleyeyim. Bu iş böyle muallakta durduğu müddetçe, ben doğrusunu yazıyorum, sıhhatimden bile kaybediyorum. Her an için üzüntülü bir durum benim için mevcut. Sen zaten beni üzmekten zevk alıyorsun. Ya ben ifadeden acizim, yahut da sen bu işin olmasını istemiyorsun. Hiç bir zaman bu işin hallini düşünmedin. Ne zaman yazsam, şimdi dursun, gibi sözlerle geri attın. Sermet, ne olur beni biraz sevindir, söyle artık. Düşüncelerine ve dertlerine beni de kat. Üzme beni artık. Hiç kimseye inanma sözü yoksa bir hakikati mi sana söyletiyor ? Niçin inanmayayım ? Bir şey mi var Sermet, doğrusunu söyle, vallahi hiç darılmam. Şimdi sana bütün yazacaklarımı kurşun kalemle yazdım. Bana darılma, emi ? Hem yorgunum, hem uykum var. Kalem de bulamadım. Beni daha fazla sıkma. Yahut da bir çare bul ve bana yolumu göster. İki cami arasındayım. Sıkışırsam tercih meselesi ortaya çıkacak. Belki ailemle aram da açılacak. Bu sefer hiç bir şeyi ne izam ediyor, ne de başka tefsir ediyorum. Hakikati görüyorsun, açık olarak önüne serdim. Hiç bir zaman bu tip şeylerden bahsetmeyi arzu etmiyordum. Hadiseler bırakmadı. Seni sevmem bir suç ise günahımı çekmeye hazırım. Zaten çektirmiyor musun ?

Sana her türlü yazdım. Sermet, artık bu işin halledilmesi zamanı geldi. Benim doğru söylediğime inanıyorsan halledersin. Acele olarak Sermet, bunu belli etmemiz lazım.

Çünkü, belki bu işte benim isteğimi sormayacaklar bile, çok sıkılıyorum. İstersen ben gidip teyzemle bunu (anneme dahi açmadan) açık açık konuşayım. Teyzem gelsin annemden istesin (babamdan) ve sıkıntılı durumdan kurtulayım. Kızma Sermet, düşünemeyecek hale geldim. Yahut Nejat'la konuşayım. Nasıl istersen. Sermet, düşünüyorum bu iş sen gelmeden olmaz, ama çok sıkıştım. Teyzeme mektupla da bunu açabilirsin. Halime gülüyorsun, artık nasıl yaparsan yap. Evet, cevabını vermeni bekliyorum canım.

En iyi hadise benim için, senin bana sevgilim değil, eşim dediğin gün olacak. Sermet'ciğim mektubunu çabuk yaz, nasıl hareket edeyim ? Hem sevgi işlerim, hem mezuniyet, üstüne bir de bu çıktı şimdi. Halimi göz önüne al. İyilik veya fenalık yapmak senin elinde. Dört gözle mektubunu ve haberini bekliyorum.

Sevgilim, canım sevgilim bu işi hallet. Kurşun kalemle yazışım sana karşı bin saygısızlık değil, bilakis sanki çabuk gidecekmiş gibi geliyor bana.

Üzme beni Sermet. Seni üzüyorsam sen de beni affet. Saçma sapan düşüncelerim oluyor, ama bu halde bir insan ancak bu kadar sakin olur. Sevgiler, muhabbetler.

Erbil.

5 Mayıs 1953
İstanbul

Canım sevgilim.

Uzun zamandır yine beni sormuyorsun. Hem işin yok, yine de avare sevgilim beni hiç düşünmüyorsun. Bu ne yapıyor ? Hakikaten vaziyeti kötü demiyorsun, hem bu arada dişlerim de başladı. Halim haraboldu. Asabım bozulunca dişlerim başlıyor. Dün dişlerimin tedavisine başlandı. Ağrıyan dişimi çektiler. Vaziyetimi sana hiç bir kelime anlatamaz. Canım çok sıkılıyor. Geceleri çok fena rüyalar görüyorum. Ağlayarak uyanıyorum. Bazan da uykum kaçıyor, uyumadan sabah oluyor.

Allah kimseyi darda bırakmasın diye dua ediyorum. Dün gece rüyamda sen bordo rengi bir zarfa bizim evin adresini Fransızca yazmışsın. Açıyorum, içinden dört sayfalı bir gazete kadar bir mektup çıkıyor. İçinde hep kadın resimleri falan var. İçimden diyorum ki, niçin bana istediğini yazmıyor da, bunları gönderiyor. Mektubun imzadan önceki yerinde de sen güya Mayıs'ın 27'sinde intihar edecekmişsin. Bunu okur okumaz bütün mektuplarını bağrıma basıp, kendimi pencereden atacağım zaman korku ile uyandım.

Geçenlerde de yine teyzem sana koyu yeşilden bir yelek yapmış. Arka beline sen de ilik istemişsin. 20 - 25 tane ilik vardı. Hepsi çok güzeldi, yalnız bir tanesi çok düğümlü olmuş, sen de sinirlenmişsin, bana gösteriyorsun. Ben de, ne olur Sermet, üzülme, ben yapayım, diyorum. Ve üç tane düğüm açıyorum. Yine aynı gece sana trende gömleği diktim, ama makine çektikten sonra uçlarını püsküllü püsküllü bıraktım. İşte böyle.

Kaç zamandır sinemaya gitmemiştim. Pazar günü yengemler "Cennet Kuşları"na götürdü. Çok güzel bir aşk vardı. Görmüşsündür belki. Onların güldüğü yerler bana soğuk bir banyo tesiri yapıyordu. Ayrılık çok kötü, özlemek çok acı.

Bu mektubu mektepte, devrim tarihi dersinde, hoca gelmediği için yazıyorum. Etrafımda bir yığın arkadaş var. Bir türlü kafamı toplayıp yazamıyorum. O bir sual, başkası bir sual soruyor. Şimdi de birisi Yalova'dan İstanbul'a geldiğimiz vapurun ismini soruyor. Ne cevap verdim bilirmisin, Sermet dedim. Yüzüm kıpkırmızı oldu. Çok fenayım Sermet, aklım tamamiyle seninle meşgul. Yazımdan da bu sıkıntım belli, değil mi ?

Sıhhatimi hiç beğenmiyorum. Yavaş yavaş kilo veriyorum. Dişim malum. Yalnız öksürmüyorum.

Sen nasılsın ? Geleceğin günler yaklaştıkça, o günler uzuyor. Ankara'da hava fevkalade güzel. Artık yaz ve meyve zamanı geldi, meyveler oldu.

Ama öyle tahmin ediyorum ki sen İstanbul'un fethini görmeden gelmezsin. Eh, gelirsen de çok büyük kaybın olur. Eline bir daha geçmez. Belki biz de gelirdik, ama tam imtihan zamanı.

Kağıt bitti, zil de çaldı, artık hoşça kal. Canım iyi günler ve iyi havadisler. Mektubunu inşallah yakında alır, şu sıkıntıdan kurtulurum. Sen de herhalde artık yazarsın.

Sevgiler, selamlar.

Erbil.

11 Mayıs 1953
Ankara

Sermet.

Bu mektubum üçüncü cevapsız mektubumdur, değil mi ? Sevmek nasıl ve ne şekilde olur, bilmiyorum. Hala senden bana vereceğin acele cevabını bekliyorum. Nasıl hareket edeceğimi şaşırdım. Bir faaliyettir gidiyor, senden hiç haber yok. Eğer sanatoryuma bu ara gittiğimi duyarsan hiç hayret etme. İnşallah gitmem.

Ne oldu, geleceğim diye yazmıyorsun, yoksa hasta mısın ? Belki de bana kızdın. Yahut da sevmiyorsun. Hepsi laf. Bana bir yol göster. Karar senin. Bana kızmakta çok haklısın. Fakat sana bunu yapmasaydım, olur muydu acaba ?

Benim kadar sende de samimiyet olsa, halimden anlarsın. Neler yazmak, senden çaresini sormak istiyorum. Sen hiç hoş karşılamıyorsun. Sükut etmen acaba bir ikrar mı ? İşte mektup yazmaman bunu desteklemiyor mu ? Ben hastalanarak önce kuvvetli bir darbe yedim. Yoksa ikinci bir darbeyi senden mi yemek üzereyim ? İnşallah bütün kuruntularım ve felsefelerim yalandır. Ve inşallah mektuplarımız yolda karşılaşır. Sermet, artık gelmelisin. Çok, hem de çok özledim. Artık yaz da geldi. Yazım acele ve pek çirkin, evde vakit yoktu. Bunu sana edebiyat dersinde kaçak olarak yazıyorum. Özür dilerim, canım sevgilim.

Bu mektubumu yazmama sebep, şu senin resimlerin oldu. Yine beğenmeyeceksin, ama ben birisini sana, birisini de teyzeme vereceğim. Hangisini beğenirsen onu sana vereyim. Hepimiz resimciye gitmiştik (Görçek'de). Bunları çektik. Ben hiç görmemiştim.

İşte böyle canım. Şimdi başım pek ağrıyor. Dişlerim de kötü. Üç tanesini çektirdim. Ağzım mağaraya döndü. Bu akşam da iki tanesini çektireceğim. Çünkü bu gece beni uyutmadı, hala da ağrıyor. Artık geleceğin günü dört gözle bekliyorum. Hoşça kal ve beni tekrar yazım için affet. İyi günlerde karşılaşmak ümidi ile.

Erbil.

13 Mayıs 1953
Ankara

Sermet'im.

Canım, resimlerini gönderdiğin mektubunu da aldım. Mektubumu almışsındır. Her iki mektubuma birden cevabını bekliyorum. Ama sakın yine beni üşütmesin. Niçin buz gibi yazıyorsun.

Ben sana yaklaştıkça, sen soğuyarak bana bakıyorsun. Beni titretiyorsun, üşütüyorsun. Hala beni ısıtmayacak mısın ? Sermet, asabım çok bozuk. Nasıl hareket ettiğimi bilmiyorum. Zaten salim bir kafaya da malik değilim. Sıhhatini sormadım. Kalben unuttuğumu zannetme. Çok affedersin. Mektubunda yazdığın iğneli sözlerin beni pek sarstı. Mektubunu aldığım gün zaten öğleden sonra mektebe gidemedim. Organzanın rengini beğenmediğimi söyleyerek, uzun uzun ağladım. Mektubunu göstersem görürsün. Üstünde izler kaldı. Mürekkeplerin birbirine karıştı. Halim haraboldu. O günden beri de perişanım.

Sevgilim, canım nasılsın ? Geçmiş olsun demekten başka çarem yok. Beni sevmiyorsun, acımıyorsun. Kendine öyleyse niçin bakmıyorsun ? Ben seninim, senin olarak kalacağım. Kimse senin ellerinin ve dudaklarının değdiği yerlere elini dahi süremez.

Artık geleceğin günler pek yaklaştı. Nasıl seviniyorum bilemezsin. Hemen gelip beni isteyeceksin, değil mi ? Ah, o günler benim en güzel günlerim, en kıymetli dakikalarım olacak.

Canım sevgilim, iyi sıhhatler, güzel günler.

Mektubunu uzatma, emi canım Sermet'im ? Benim servetim.

Erbil.

17 Mayıs 1953
Ankara

Canım Sermet'im.

Mektubuna biraz geç cevap verdiğim için beni affet. Her gün yazmak için zaman aradığım halde, ancak bu gün bulabildim. sebebi hiç bir zaman ihmal değil canım. Yalnız biraz başımın karışık olmasından olabilir.

Acaba değişik bir karar vereceğimi mi zannettin de bana bir sürü iğne gönderdin ? Yahut sözümü mü bozdun zannettin ? Hayır. Ölürüm, bir kere verdiğim sözü ne pahasına olursa olsun, sonuna kadar götürürüm.

Benim hayatım, benim herşeyim sensin. Ben her şeyi sende buldum. Senden başkasına hiç bir şey götüremem. Bir şey olur, belki ölümü götürürler.

Diyorsun ki, acele etme !

Sermet'im, ben nasıl acele ettiğimi günlerdir kendime soruyorum. Cevabını hala veremedim. Acele etmiyorum. Yalnız diyorum ki, sen söz ver, ailemle bu işi konuş, beni sözlü vaziyetine sok. Kimse beni istemesin, ben de ondan sonra istediğin kadar bekleyeyim. Hatta bir ömür boyu. Eğer bu acele ise onu bilmem. İşte ben maksadımı sana anlatamıyorum. Daha doğrusu, sen hiç anlamak istemiyorsun. Şu günlerde halimi ve davranışlarımı görsen bana belki acırsın. Verdiğim cevapları duysan belki beni anlarsın. Hatta bir ara Erkul, ben bir şeyler seziyorum, demeye başladı.

Sermet, maddi durum, sıhhat ve ev diye oyalama manileri ortaya çıkarma, bunları ben biliyorum. İzah etmeye de artık lüzum görmüyorum. Gözüm kapalı söz vermedim. Hayat müşterek. Sen hayatını benimle yalnız sıhhatini ileri sürüp birleştirmezsin belki. Fakat benim sözüm sözdür. Bu olursa olur. Olmazsa ben tek ölürüm. Şimdi senden bu işin nasıl olacağını bildiren müsbet veya menfi cevabı muhakkak bekliyorum.

Hakikaten benim için ne büyük bir darbe olur anlarsın, fakat ben bunu da kendime yapacağım. Artık mektup da yazmayacağım (fikrinde israr edersen). Çünkü Sermet, sana artık her türlüsünü yazdım. Hal yoluna gidiyorum, sen istemiyorsun.

Sermet, neler var, değil mi ? Ben senin istediğin kadar beklerim.

Amcamları, işleri ileri sürerek vermezler, diyorsun. Ne münasebet. Sen istedin de mi vermediler ? İşe giriştiğinde bir aksilikle mi karşılaştın ? Acaba sen işe başladığında ben sana yardım etmez, seyir mi ederim ? Hem bizim evde annemin değil, babamın sözü, o da olmazsa benim sözüm sözdür, geçirtirim.

Mektubundan sıhhatin için evlenmediğin (ev ve para ikinci planda) anlaşılıyor. Sermet'im israr edemem, fakat beklerim. Sen iyi olunca da, takatinin emrettiği şekilde evleniriz. İstediğimiz gibi bir yaşama çaresi buluruz. Tabii beni seviyorsan bunları yaparım.

Artık bu iş bir sonuca bağlanmalı. İstersen aynı şehirde de oturmam. Ben senin için orta mektepte kalıp, Ankara'da çalışmak, arada sırada konuşmak imkanı vermek için istemiştim. Sen istersen, allah da sabır verirse, istediğin ana kadar dışarda beklerim. Bilirsin, her şeyde karar vermesini sana bırakırım. Bu işte tamamen senin kat'i ve müsbet kararını beni sevindirecek şekilde bekliyorum.

Senin hastalığının kimse tarafından bilinmemesi fecaat değil, bilakis memnuniyet verir. Sen iste, bak nasıl verecekler. Ben her zaman, herkese, hiç bir zaman sağlam bir insanla evlenmeyeceğimi söylüyorum. Onlar da biliyorlar. Ama bazan da yersiz israrlar oluyor. Ona da gülüp geçiyorum. Hatta isteyenlerden biri, tahminimde yanılmıyorsam, senin oda arkadaşlarından birisi galiba. Her neyse Sermet, işte vaziyet böyle. Acele mektubunu bekliyorum. Yazım için beni affet canım. Resimlerini gönderecek misin ? İmzalayayım. Ne zaman geliyorsun ?

Benim kocam, artık gel.

Erbil.

6 Ekim 1953
Toprak Ofis

Sermet.

Bu gün işe başladım. Kağıt çok çirkin, kusura bakma. Hiç kimseyi tanımıyorum. Bir ara bunu yazıverdim. 309 Numaralı serviste çalışıyorum. Kapının üstünde "Dosya ve Umumi Muhaberat Müdürlüğü" yazıyor. Dairenin teşkilatını bilmiyorum. Beni ararsan sevinirim.

Erbil Tosunoğlu.