irving'in romanı
'lust for love'
ya da
vincente'nin filminde
genç kirk ve anthony
unutulmaz, dramatik
ve belki de biraz öldürücü bir arkadaşlık
bir yılbaşı arifesinde
sınırlarında dolaşan vincent'in
kulağını kesmesiyle sona eren
bir garip ilişki
çok az insan
kendi canavarları ile savaşırken
sanat için
bu denli acı çekmiştir belki de
çok az sanatçı yaşamı
bu denli yoğun yaşamıştır
ve bu yoğunluk daha da büyük eserlere ulaşmıştır
bu iki öncünün yapıtlarını
artık neredeyse ezbere biliriz çoğumuz
ama pek azımız
1888'in sonbaharının
9 haftasında olanları
bilmek isteriz
'sarı ev'i terkeden
paul olmuştu
1880'de vincent
27 yıllık bir başarısızlık örneğiydi
her şeye karşın
ressam
olmak istiyordu
1886'da
paris'e
kardeşi theo'nun yanına taşınabilecek denli
'iyi' olduğuna
karar verdi
theo empresyonistlerde
uzman
bir resim satıcısıydı
onun da yardımıyla
vincent
henri ve emile ile tanıştı
bir café'de bir sergi planladılar birlikte
petit boulevard'ın
ressamları
empresyonistler ile sergiler açmış olan
paul'e çekici gelmişti
paul sergide bir
resimden
vincent'in 'güneşçiçekleri'nden
derinden etkilenmişti
patlamaya hazır
anıt gibi bir çift gonca
çiçeklerden çok
belki de alevlerin
hatta yangının ta kendisi
böylesi hiç görülmemişti
böyle renkler hiç biraraya gelmemişti
hiç bir resim böyle boyanmamıştı
bu vincent'in doğa
üzerine resimlerinin
başlangıcı olacaktı
ardındansa
zakkumlar, irisler ve güller
şeftali ve selvi ağaçları ile
güneşte kavrulan tahıl tarlaları
gelecekti
paul de hızla çalışıyordu
"göl kıyısında'yı martinique'de yaptı
ikisi de
yeni yollar arıyorlardı
yaşamın sonsuzluklarında
iki kayıp ruh
bazılarının bazan
parnassus'a yeni patikalar
bulması gibi
birlikteydiler
paris çekilmezdi
paris bunaltıcıydı
paul gördüklerinden bunalıyordu
egoizm, lüks yaşamlar, zenginlikler
hepsi sanki üzerine gelir gibiydi
aklı çoklukla
jean-jacques'a kayıyordu
vincent ise kanındaki
kuzey'in protestan hayaletlerini
ve sisini
kovmaya çalışıyordu
bu ikiliyi
antic roma'nın
arles'i paklayacaktı
uzaklarda
izole
kimse onları anlamazken
arles'in parlak güneşinin altında
paul ve vincent
fırçalarına, boyalarına ve paletlerine
adeta saldırdılar
başlangıçta
kendi portrelerine yöneldiler
kendilerini tam da görmek istedikleri gibi
boyuyorlardı
vincent budist bir keşiş gibi
traşlı kafası
ve keskin bakışlarıyla
nirvana'sına ulaşmışcasına
paul ise
vahşi bir inka profiliyle
karmaşık
ve hugo'nun romanından
fırlamışcasına
sanki bir terrorist
saygın bir toplumun
anlaşılmayan iyi adamı ..
sonbahar yaklaşırken
vincent
güneşçiceklerini arttırıyordu
sonradan efsaneleşecek
dünyanın belki de en pahalıları olacak
hazineler
paul'ün arles'deki
yatak odasının duvarlarını
süslüyorlardı
paul arles'e geldiğinde
vincent
kendi yöntemiyle
duvarların ötesinde
ve doğanın tam da içinde çalışmaları
gerektiğinde ısrarlıydı
paul ise direniyor
düşüncelere önem veriyordu
ikisi de inatçıydı
belki de en iyisi
duvarların içine dönmeyi
yağmurlu günlere bırakmaktı
paul vincent'i
güneşçiçeklerini boyarken
resimledi
'benim tabii, ama delice'
diyecekti vincent
yılbaşı yaklaşırken
vincent'in aklı karışmaya
tartışmalar
ve alkollü günler artmaya başlamıştı
işte kulağın bir bölümünün kesildiği
gün de böyle bir gündü
bir kaç gün sonra
yeni bir yıl başladığında
vincent
paul'e ve theo'ya mektuplar yazdı
hiç bir şeyin önemi yok gibiydi
komşuları bile onu
akıl hastanesine göndermekte
kararlıydılar
ve san remy'nin
bir kliniğinde
uzun aylar geçti
ama muhteşem eserler
devam ediyordu
paul ise güvenli
bir uzaklıkta
arkadaşlığın devamından
memnun gibiydi
1890'da vincent
intihar etti
kalbi kırık theo da 6 ay dayanabilecekti
paul sonraki 15
yılını
koyu bir yalnızlık içinde
kayıp cenneti aradığı
tahiti'de geçirdi
hep vincent'in dehasına
saygısıyla
belki de arkadaşlıklarına hep özlemle ..