mavi : yaman kayıhan : 23102001  
     
   
Genel olarak; ortada bir Manchurian Candidate durumu var gibi gözüküyordu denilebilir. Denilebilir diyorum, çünkü açıkçası ben de pek emin değilim galiba.

Önce bana ilk gelişinizi hatırlatmak isterim: Normal sayılabilirdiniz. Şimdi 'normal' de ne demekmiş demeyin sakın .. Bilirsiniz; normal gibi normal işte. Yani belirgin bir gariplik saptayamadım doğrusu. En azından ilk başlarda. Neden bana geldiğinizi de anlamış değildim .. Belki birisi önermişti, belki de sadece tabeladan etkilenmiştiniz, bilemem. Zaten hiç sormaya gereksinimim de olmadı. Daha doğrusu olaylar o kadar hızlı gelişti ki, beni nasıl bulduğunuz önemini hemen yitiriverdi. Hem bu tip sorular girizgah için kullanılmazlar mı ?

Ben kim miyim: Psikiyatrist gibilerden birisi işte. Gibilerden diyorum, çünkü aslında yeterli çaba ile (bu çaba neyse ki hiç yeterli olamaz da mesleğimizi sürdürebiliriz) herkesin bir kısım en azından kendisinin de psikiyatristi olabileceğini düşünmüşümdür hep .. 'Kendisinin de' dedim de, tabii hepimiz biliriz ki, herkes herkesin psikiyatristi olabilir, ama kendisinin asla ..! Neyse bu başka bir konu.

Evet açıkçası 'normal'diniz. İlk bir kaç görüşmemizde - neyse ki öyle yatmaya zorladığım divanımı, berjer koltuğumu ya da psikanaliz saçmalıklarını çoktan gerilerde bırakabiilmiştim - olsa olsa sizden iyi bir arkadaş olabileceğini düşünebilmiştim. Sapmalarınızın ilkini ne zaman yakalayabildim ben de tam bilemiyorum. Belki sadece mesleki bir refleksti .. Sonrası ise biraz daha kolay başladı. Başladı demek zorundayım, çünkü devamı hiç de kolay olmadı.

İlk hipnotik denemelerimiz - kişiliğinizi düşündüğümüzde - tabii ki başarısızlıkla sonuçlandı. Ta ki şu meşhur 10, 9, 8 .. 3, 2, 1 jargonunun denemelerimizden birisinde başarılı oluvermesine kadar. Ben iyisi mi anlattıklarınızı sizin ağzınızdan aktarayım, neme lazım bakarsın daha iyi olur ..

Galiba bir şeyin içinde yüzüyor olmalıyım. Yüzdüğümü tam anlayamıyorum, ama yüzüyor olmaktan başka bir anlatım yolunu bulamıyorum açıkçası. Öyle su gibi daha akışkan bir şeyin içinde değilde, daha yoğun, beni kolaylıkla üzerinde tutuveren bir garip sıvı işte. Sözgelimi boza veya cıva gibi bir sıvı .. Sıcaklığı da benimkine yakın olmalı, çünkü adeta etrafımda ne var, ne yok hissedemiyorum.

Kollarımı ve bacaklarımı hareket ettiremiyorum. Anladım ki, bir biçimde bağlanmışlar. Sanırım üzerimde giysi namına da bir şey bırakılmamış. Kolaylıkla nefes alabiliyorum, ama aldığım nefeslerde ortamımı anlayabilmeme yardım edebilecek hiç bir ipucu yok.

Bu duruma nasıl düştüm, kimler bunu yaptı, burası neresi, saat kaç ya da belki de daha önemlisi hangi ayda veya yıldayız bilmiyorum. Bilemiyorum. Sonra sonra düşünebilmeye başladığımda, galiba bunun bir tür ilacın etkisi olduğunu anlar gibi oldum, ama durumumu anlamak için bu da ipucu olamadı.

Başımı oynattıkça sanki boynumun etrafında birşeylerin temasını hisseder gibiyim hayal meyal .. Gözlerimi ise ya hiç açamıyorum, ya üstlerine bir şeyler kapatılmış, ya da o kadar karanlık ki açsam da farketmiyor.

Bu kadar ön açıklama sanırım yeterlidir. Çünkü önemli olanı sonrası. İsterseniz gene sizden dinlemeye devam edelim.

 

 
   

SİYAH

Her yer simsiyahtı. Simsiyah demek yetmez, çünkü bunu kendi simsiyahlıklarınız ile anlarsınız ancak. Kelime anlamı ile siyah hiç bir ışığın yansıtılamadığı renk, ya da renksizlik olarak tarif edilebilse de, bilirsiniz ki siyah denince bir tür renk algılarız. Simsiyahı ise siyah kadife kumaşlar, aysız geceler filan gibi tarif ederler hep. Ama şurası kesin ki siyahta ve hatta simsiyahta görülebilen birşeyler her zaman vardır. Siyahlığı ve simsiyahlığı hep algılarız .. İçimizi ferahlatan da, hem siyahlığın veya simsiyahlığın kendi parıldamaları, hem de bu parıldamaları da yaratan çevrelerindeki renkler ve oluşumlardır. Ya her yer siyah, simsiyah olursa. Hiç parıldamasız, hiç ışıksız.

Simsiyahlığımı bir kara delik gibi algılamak daha kolay olabilir. Hani şu her türlü ışığı da çektiği kabul edilen evrendekiler gibi. Böyle söylerken beni delirmiş filan sanmayın lütfen. Tabii ki delirmedim, ama gelin görün ki - durumum için 'görün' demek yanlış oldu - hiç ama hiç bir şey göremiyordum. Belki kör olduğumu düşünmek daha kolayınıza gelebilir, ama kendimi hiç kör gibi algılamıyordum. Hem zaten şimdi kör olmadığımı da görüyorsunuz. Geçici körlük ..vs gibi şeylerle de uğraşmayalım isterseniz.

Sanki kendi vücut ısımdaki kapkara bir evrende yüzüyordum.

Bu duruma nasıl düştüğümü hatırlayamadığım gibi, ne kadardır bu durumda olduğumu da bilemiyordum. İlk kendime gelişimin üzerinden - buna kendimi kaybetmek demek daha mı doğru olur bilmiyorum - ne kadar geçti onu da anlayamıyordum. Ama zaman ne yavaşlıkta veya ne hızlılıkta geçiyordu bilinmezse de, geçiyordu işte.

Zamanın geçtiğini bilmek daha da yıpratıcı oluyordu. Öyle ya zaman geçiyordu, ama durumumda hiç bir değişiklik olmamasının ötesinde, bu durumumun farkında olmak giderek beni çıldırtacak hale adım adım, sonra da koşarak yaklaşıyordu.

Şimdi kalkıpta, insan nasıl olur da boza kıvamındaki bir şeyin içinde yüzer ve kapkaranlıktan başka bir şey algılamaz demeyin. Bu bir tür bana inanmamak olur, sizi bilmem ama ben bu durumdayım - en azından durumdaydım - işte.

Burada galiba benim de biraz gidişata karışmam gerekiyor. Çünkü ben açıkçası inanıyorum. Eh mesleki deneyimleri dikkate alarak en azından bana inanabilirsiniz sanıyorum. Neyse, biz dinlemeye devam edelim ..

   

BEYAZ

Kendime gelişimin, simsiyahlığın üzerinden ne kadar geçti hiç anlamamıştım. Arada kendimi kaybediyor, zaman zaman da uyuyordum herhalde. Ama öyle sizin uykularınız veya uykusuzluklarınız gibi değil. Belki sadece on dakika - bulunduğum ortama göre 'dakika' sözcüğünün bir anlamı olmasa da ben sadece anlatım kolaylığı için kullandım bu bildik zaman dilimini - uyuyakalıyordum, ya da sadece on dakika uyanıktım, bilemiyorum.

Uyandığım zamana mı geldi, yoksa uyanıkken birden bire mi oldu anlayamadım, ama sanki bütün ışıklar birden bire aydınlanıverdi. Yoksa bana mı öyle gelmişti, rüyadamıydım diye düşünmeye çalışırken geçen zaman içinde beyazlığı, hatta bembeyazlığı kesinleştiren gözlerimdeki yoğun acıydı. Burada 'yoğun' sözcüğü, içinde bulunduğum sıvı gibi bir anlam taşıyor bence. Çünkü size de olmaz mı, hani karanlıktan birden bire aydınlığa geçiverdiğinizde gözleriniz kamaşır, kısa bir süre de olsa bir şey göremezsiniz .. Ama benim durumum epeyce farklıydı, gözlerim de öyle sizinki gibi sızlamıyordu, bu 'yoğun bir acı'ydı .. Ne yapayım, doğal olarak - sanki kapkaranlığımdan kurtulmak isteyen ben değilmişim gibi - sımsıkı kapattım gözlerimi.

Sonra yavaş yavaş ve daha çok da simsiyahlığımdan kurtuluyor olmanın umuduyla açmaya çalıştım gözlerimi. Bu süreç de çok uzun gibi geldi bana. Ama sonunda umudum gözlerimdeki acıya baskın çıktı, yaşlar akarak, acıyarak açtım gözlerimi.

Beyaz siyahın, bembeyaz da simsiyahın nefatifi ise durumum hiç de iç açıcı olmadı. Şimdi de her yer bembeyazdı o kadar. Simsiyahlıktan iyidir diyeceksiniz, ama hiç de öyle değil. Bunu bilen bilir. Sizin bembeyazlığınızın da simsiyahlık tarifleriniz gibi olduğunu tahmin edebiliyorum. Yani diğer ışıklar ve çevredekilerle birlikte bir bembeyazlık .. Benimkisi ise tam ve kesin bir beyazlık, bembeyazlık ..

Başımın etrafında hissettiğim o temasların sadece başımın içinde olduğu kürenin boynuma dokunan bölümlerini olduğu anlayabildim hiç değilse. Fakat kürenin boyutlarını hiç bir zaman anlayamadım. Baktıkça, etrafına bakındıkça pürüzsüz, anlamsız, beyaz, aydınlık bir küreydi, o kadar.

Söyleyin bakalım, simsiyahlığı mı, yoksa bembeyazlığı mı tercih ederdiniz ..? Benimse tercih hakkım yoktu ..

Benim de tercih hakkım yoktu .. Haydi bakalım, bir de kendinizi benim yerime koyarak bu durumda ne yapılmalı siz söyleyin, siz çok bilenler ..

   

MAVİ

Geçen zamanı gene anlayamadım, ama birden şu her şeyin başladığı an gibi, şu simsiyahlığın bembeyazlığa dönüşmesi gibi, her şey birden bire masmavi oluverdi.

Şu açık havalardaki gök mavisi gibi ..