anı : konya : yaman kayıhan : 09012002  
 


Maarif kolejleri 5 tane. Yakın olanları da Eskişehir ve Konya'da. İkisinde de tanıdık yok. Haritaya bakıldı: Konya 5 - 10 km daha yakın. Orası seçildi. Yoksa benim Eskişehir'i, Konya'yı görmüşlüğüm yok.

Annem ve ben, Konya'ya ilk gidişimiz, sınav sonrasında Sabriye Yaşamış'ın lokantasında öğle yemeği. Bana garip gelen bir kent, lokanta da öyle. Hatırladığım birbirinden uzakça masalar, üzerlerinde beyaz örtüler ve tabaklar, bazı masaların aralarında tül perdeler ve dolaşarak özenle, yorulmaksızın müşterileriyle ilgilenen Sabriye Yaşamış. Yemeklerin çok güzel olduğunu hatırlar gibiyim, ama beni daha çok etkileyen Sabriye Yaşamış'ın herkesle ilgilenmesiydi sanırım ..

Ankara'ya dönüş ve bir kaç hafta sonra gelen sınav sonuçları: 12. olmuşum. Bir de kayıt için gerekenler listesi: 6 beyaz gömlek, 2 gri serj pantolon, 2 lacivert ceket ve kravat .. İlkokul önlüğünden sonra hepsi yabancı.

Kom marka gömlekler alındı. Yeni çıkmış, %100 naylon, manşetli, siyah plastik kol düğmeleri de var.

Hep inandığım - inandırıldığım ya da - benim yatılı okumak istediğim. Oysa daha 11 yaşındayım.

Yaz bitti, gene annemle Konya'ya yolculuk. "Git gel Konya 6 saat." Ben sadece gidiyorum.



Okul istasyonun yanında tarihi ve eski bir bina. Merivenlerde İhsan ağabeyle (baba İhsan) tanıştık. Annem beni ona emanet etti. Sonra da Ankaramız'a döndü.

Okulun çatı katında bir sınıf, ilk günüm, ilk gecem. Saat akşamın ya beşi, ya altısı. Kirlenmiş karpuzlar ışık vermiyor. Dört köşeye sığınmış dört kişiyiz. Birisi Doğan, ceketi siyah - beyaz pötikareli, birisi Selim, ama dördüncüyü hatırlayamadım. Önce kim başladı bilmiyorum. Hepimiz ağlıyoruz, sessiz, kollarımız sıraların üzerinde, başlarımız kollarımıza gömük. Saçlarımız alabrus (bu fırça usulü anlamına geliyor galiba).

Numaram 176.

Velim olacak birisi yok. Kimseyi tanımıyoruz ki .. Nejat amcamın bir tanıdığı varmış; vali muavini. Velim o oldu.

Bir kaç grup sözü geçen var: Müdür ve muavinleri, hocalar, genellikle İmam Hatip'den gelen mütalaa hocaları, hademeler ve büyük öğrenciler. Bir sınıf büyük olana bile saygı (!) göstermek, "hazırlık su" diye yemekhanede seslendiğinde koşup sürahiyi doldurmak gerekiyor.

Banyo ciddi bir sorun. Aklımda kalan hepsi hepsi bir banyoda 4 göz yıkanma yeri var. İçeride taş bir kurna, hamamtası, bir de kapı yerine koyu gri perde. Pazar günleri sabah sıra büyüklerden başlıyor. Hazırlıklara sıra akşamüstü geliyor, ama su soğumuş oluyor. Banyonun pislenmesi de cabası. Baba İhsan sağolsun, meseleyi hiç değilse benim için çözüyor. Sabah henüz su sıcakken yıkanmakta ve yıkanacak olanlardan 5'er dakika istiyor. Onu kıramazlar. Onlar 15'er, bense 10 dakikada yıkanıyorum. Büyük ayrıcalık.

Naylon gömlekler kolay yıkanıyor. Sünger ve deterjanla tanışıyorum. Zaten galiba yeni çıkmışlar. Lavaboda manşetleri ve yakayı şöyle kenarına dayayıp, deterjanlı süngerle yıkamak yetiyor. Sonra da düzgünce askıya astımmı sabaha temiz. Ütü de gerekmiyor. Naylon torba giymek gibi bir şey, ama yıkaması pratik oluyor. 11 Yaşındayım, gömleğimi ve çoraplarımı yıkamayı öğreniyorum. Gerçi çamaşırların yıkandığı bir yöntem var, ama özellikle çoraplar kayboluyor. Kaybolmasın, karışmasın diye annem herşeyime 176'yı işlemiş.

Temizliği halleder gibiyim, ama ceket için yapabileceğim bir şey yok; yakalar yemek listesi. Bir teneffüste bir ağabey "ne ulan bu halin", diyor. Utanıyorum. Ne yapacağımı bilmediğimi daha da yerin dibine geçerek söylüyorum kısılan sesimle. Terslenerek söylese de o gün kuru temizleyici denen şeyi öğreniyorum.

Diyorlar ki; yatılı okul yaşamı öğretir. İstemem kalsın. Yaşam öğrenilememesi mümkün olabilen bir şey mi ? Hem böyle öğrenmek eksik olsun. Öğrenmemiş olmayı bin kere tercih ederim.

Bir kaç ayda bir eve gidebiliyorum, bavulum kirlilerle dolu. Eve yaklaşırken gülümsememe engel olamıyorum, adeta ağzım yırtılacak. Güzel bir anı belki, ama içimi acıtıyor.

Evde telefon yok. Hem olsa bile telefon edebilecek imkan yok. Haberleşme mektuplarla. Acil durumlarda ELT telgraf veya Çarşamba günleri babamın işyerine ödemeli telefon. O zaman Çarşamba öğleden sonraları tatil. Telefon edeceksem zaman postanede geçiyor. 'Normal' olursa en azından bir iki saat bekliyorum telefon kabinlerinin önünde. Sonra da kısacık, cızırtılı bir konuşma. Şimdi mektuplarıma bakıyorum da hep para istemişim annemden, babamdan.

Tatil günlerinin akşam üstlerinde okula dönmeliyiz. Tek eğlence sinema. Bir keresinde aynı günde 6 film izlemişim. Emel Sayın, Ahmet Özhan, Kolsuz Kahraman'lar, Drakula'lar, Anjelik'ler ..

Gerçi o sonradan geliyor, ama en yakın arkadaşım Muhtar. Birlikte stüdyoda çektirdiğimiz bir fotoğrafımız var. Fotoğrafçı ikimiz de birer vesikalık isteyince bunu bedavaya çekiyor. Rütuş da yapmış. Zaten tüysüzüz, ama iyiden iyiye bir tuhaf olmuş fotoğraf. Siyah beyaz.

Her yılın bitiminde vedalaşıyoruz bir daha görüşmemek üzere, ama yeni yıl ile gene kös kös dönüyoruz.

Her zaman parasızım. Ben yetiştirmeye çalışıyorum, ama Selim'in umurunda değil. Paralı günlerinde barbunya fasulyesi plakisi konservesi yiyip, Samsun sigarası içiyor. Sonrası allah kerim.

Orta ikideyiz. Muhtar'la Alaaddin Tepesi'ne, çay bahçesine gidiyoruz. Cebimizde bir paket Samsun. Tek kibritle 10'ar sigarayı uçuca içiyoruz. Sigaraya bile isteyerek başlıyoruz. Sonra gelsin Birinci, gitsin Bafra.

Vali muavini tayin olmuş. Velim Halil bey oluyor. Şu herkese numaraları ile seslenen müdür muavini ve tarih hocası Halil bey. İmzasını çok iyi taklid edebiliyorum, ama korkumdan bir kere olsun deneyemiyorum. Sonrasında ise velim okulun postacısı Ali efendi. Zaten okul bitebildiğinde yatağımı, yorganımı, yastığımı ona bırakıyorum.

İki yıl içinde iki resim sergisi açıyorum. İkincisinde resimlerimi at arabası ile taşıyabiliyorum. Büyükler. En büyüğü Kafka'nın Dava'sı: 125 x 250 cm. Sergiyi vali açıyor. Gel de anlat resmin anlamını. Okul sonrası resimler Konya'da kalıyor. Nasıl alabilirim ki ?

En sevilen yemek trit. Biraz büyüyünce son lokmalara doğru tabağa birkaç saç teli atıp tekrar yiyebilme hakkı kazanıyoruz. Yoksa diğer yemekler hep karavanada.

Anlatmadığım o kadar saçmalık var ki ..