Yardım çağrıları
ve yakarışlarıydı son hatırlananlar.
Robotun çığlıkları
sonunda sessizlikle birleşmiş ve yok olmuştu. Geriye kalanlarsa robota
çevrilmiş, parlayan gözlerdi. Parlayan gözler uzun süre kıpırdamadı.
Öylesine bakıyorlardı .. Sessizlik robotun üstünde adeta ışıldayarak
onu aydınlatıyordu.
Koyu
sessizlikte ince bir ses duyuldu ve sonra bir ince ses daha. Parlayan
gözler kımıldadı ve sesin nereden geldiğini anlamaya çalışırcasına hareket
etti. Bir göz bir yana, bir göz öbür yana, bir başka gözse bambaşka
bir yöne bakıyordu. Hızla açılıp kapanan gözler, hareketli gözler, sessiz
gözler, bakışlar, bakışlar... Ses nereden geliyordu, bunu içlerinden
hiç biri bilmiyordu. Ürperir gibiydiler; ama bir o kadar da anlamsızlık
ve boşluk. İnce seslerin duyulmaz olmasıyla yine sessizlik sardı parlayan
gözleri.
İnce
sesler, robotun çığlıklarının yankılarıydı. O kadar derindi ki robotun
çığlıkları, bir çok kez yankılanmıştı. Robotun bu son çığlıkları sadece
dakikalara değil, aynı zamanda hafızalara da kazınmıştı sanki. Robotun
son dakikalarını o kadar iyi anlatıyordu ki çığlıkları, üzülmemek, acımamak
olanaksızdı. Yine de gözler donuklaşarak bakmaya devam ediyordu. Ne
bir yaş süzülüyordu gözlerden, ne de anlamlı bir bakış. Gözler sonsuza
kadar öyle kalabilir, öyle boş bakabilirdi. Zaten o bakışlar adeta sonsuzluktu.
Bakışları anlamak için uzayın derinliklerine, oradan kara deliklere
dalmak gerekirdi. Boşluğu anlamak için boşluğa...
Robot bir anda yere
yıkıldı. Yere düşmesi kulakları hırpalayan türdendi; ama gözler yine
kıpırdamadı. Bir göz vardı içlerinde, diğer gözlerden biri. Bu gözün
içinde robotun yere düşüşü tekrar tekrar gözüküyordu. O göz, düşüşü
belki milyonlarca kez izlemişti, yine de kapanmamış ve izlemeye devam
etmişti. Bütün gözler robotun yıkılışını defalarca izledi, defalarca
yaşadı.
Robot yerde, hareketsiz
yatıyordu. Sonra bir göz kıpırdadı ve robota yaklaşmaya başladı. Çok
yavaş ilerliyordu, sessizliği bozmak istemiyor gibiydi. Diğer gözler
de robota doğru ilerlemeye başladı. Onlar da tıpkı robot gibi yavaş,
onun gibi sessizdiler... Zaman ilerliyordu ve gözler robota yaklaşıyorlardı.
Sonunda gözler robotun etrafında bir daire oluşturdu ve daha çok parlamaya
başladılar. Bütün gözlerde ince birer çizgi oluştu. Çizgiler belirginleştikçe,
gözlerin kalan kısmı yok oldu. Çizgiler birleşti ve tam bir daire biçimlendi.
Artık robotun etrafında sadece bir daire gözüküyordu.
Parlayan çizgi,
yeşilleşti, daha çok parladı ve bir anda robotu kapladı. Işıktan başka
hiç bir şey gözükmüyordu. Silindirik yeşil bir ışık vardı, bir de sessizlik.
Işık gitgide saydamlaştı ve sonra yok oldu. Robot da yok olmuştu. Gözler
eski parlaklıklarını aldılar. Bir anda her yer aydınlandı. Gözler kamaştı
ve bir an için ne yapacaklarını bilemediler. Sonra gözler sıraya girdiler,
aydınlıkla bütünleştiler ve gözükmez oldular.
Yavaşça eskiden robotun
bulunduğu yere doğru ilerledim. Yakınlaştım, etrafıma baktım ve sonra
hatırladığım tek şey yerlere döküldüğümdü.
Diğer
gözlerin beni görmemesi için çok uğraşmıştım. Bunun nedeni sadece içimdeki
acıdan kurtulmak, acımı yerle paylaşmaktı. Robotun, ya da anlamsız bakışların
nerede olduğunu bilmiyordum. Hiç bir zaman kendimi onlardan biri gibi
hissetmedim. Onların hisleri var mıydı, bilmiyorum. Benim var mıydı,
onu da bilmiyorum. Belki hisler robotlarla yok oldu, belki de insanların
yok olmasıyla zaten yok olmuştu.
O gün gördüklerimi her anımda hala görüyorum; robot, ışıklar ve yaşlar...
|