![]() |
||
ayşe'nin yazgısı : refik halid karay : 05112001 | ||
|
||
Anası,
Antikacıların evini oğmak için gittikten sonra yalnız kalan Ayşe bahçedeki
çıkrıklı kuyudan çektiği suyu sabahtan beri ocağın üstünde duran kazana
döktü ve patiska entarisinin eteklerini kuşağına sıkıştırıp çömeldi;
sepetteki çamaşırları çitilemeye başladı. Ana kız "Abdinin
köşkü" denilen bu yıkık, korkunç, yalnız kovukta bekçi gibi oturuyorlardı.
Bundan kırk sene önce, kimbilir nasıl bir eğlence fikrine hizmet için
yapılmış, fakat o zamandanberi kullanılmayan bu ev, yıkık duvarları,
çökmüş çatısı, dökülmüş kafesleri, her taraftan ayrılmış sıvalarıyle
eski bir mezar gibi ölümü düşündüren bir hal almıştı. Onda her ilişen
bakışı korkutan bir renk, her geçene: "Siz de herkes de benim
gibi olacaksınız, yıkık duvarlar kirli yosunlu, iğri bir taş; üzerinde
eşinen bir iki köpek, o kadar!…" diyen bir ses vardı. Her yönünden
deve dikenleri fırlamış olan bahçesinde, hep açık kapısından mahzen
gibi karanlık bir oyuk içinde tavan tahtaları seçilen ahırında, samanlı
gübreler yığılmıştı; üzerinde bir sürü tavuk sürekli eşiniyordu. Kuyunun
yanındaki incir ağaçları bu yıkıntının eksiğini tamamlıyor, her yıl
daha fazla kuvvetlenerek nankör dallarıyle eve yaslanıyordu. Uzakta, bir yönde denize
doğru çoğu zaman sisler, buğular içinde kalan şehir görünüyor, geniş
bir çiftlik arazisi olan öbür yönünde, ilerideki dağlara kadar ise
bir ağıl bile göze çarpmıyordu. Ayşe'nin önündeki leğenden
sabun köpükleri taşıyor, bembeyaz buruşuklarla büzülmüş olan ellerinin
her hareketinde saçlarına, çıplak bacaklarına, arasıra gözlerine fırlıyordu;
bunların içinden bazı inatçıları da sürekli karnına düşüyor, soluk
entarisini pembe etine yapıştırıyordu. Kazandaki su kaynadıkça
kireç gibi bir renk alıyor, içindeki baloncuklar irileşerek şişiyordu. Dışarıda sıcak bir güneş
iki gün önceki yağmurlarının nemini bu süprüntülükten çekiyordu. Şimdi, hiçbir yönde bir
nefes bile yoktu; fırtınadan önceki ağır, dertli durgunluk içinde;
gübreleri karıştıran serçelerin cıvıltısı işitiliyordu. Ayşe mutfağın
demir parmaklıklı yüksek penceresinden, arasıra doğrularak göğe bakıyor,
semanın bir tarafından barut renkli şişkin bulutlar vadide gölgelerini
sürükleyerek yürüyor ve yürüdükleri yerleri hep karaya boyuyorlardı.
Üzerlerindeki karartının, kanatlarına yansımasıyla karasineklere dönen
arılar, ahırın teneke kaplı penceresinin yanındaki delikten içeri
kaçıyordu. Ayşe nalınlarını sürükleyerek
bahçedeki çamaşırları topladı, fistanı benek benek çıplak vücudüne
yapışıyordu; ocağın ateşini çekti, yağmuru bekledi. Önce avlunun su birikintisine
bir iki damla düştü, sonra gök şiddetle çatladı, incirin yapraklarında
bir gürültü koştu, yağmur dökülmeğe başladı. Yağıyor, yağıyor, sonu
gelmiyordu. Her taraf ocağın içi gibi kapkara olmuştu. Bir kenarda
yanan odunların gittikçe parlayan ışığı kirli sularda altın menevişlerini
gezdiriyordu. Ayşe bir yere vuruluyor
gibi bir ses duydu, pencereye koştu; kapının siperinde bir erkek gördü;
başında kalpak arakasında aba vardı. Kolunda asılı duran tüfeğin namlusu,
yanındaki iri köpeğin kulaklarına dokunuyordu. Birden anladı, Antikacının
oğlu avdan dönerken yağmura tutulmuş, evlerinde her zaman çamaşır
yıkıyan, tahta silen bu kadının kulübesine sığınmıştı. Hatırına hiçbir
şey gelmeyerek: "Kim o, ne istersin?" diye sordu. Öbürü beklemediği bu
ince, genç sesten şaşırarak: "Fatma Hanım burda değil mi?"
dedi. Ayşe hemen cevap verdi: - O size gitti, tahta
silmeğe, ne yapacaksınız? Avcı yağmura tutulduğundan,
yoluna devam etse sırılsıklam olacağından kapıyı açmasını söyledi,
Ayşe ipi çekti, mutfağa kaçtı. Yağmur saçma gibi yapraklara
vuruyor; camlara serpiliyor, oluksuz damın her tarafından çarşaf gibi
dökülüyordu. Ali Bey, sofanın yıkık
yerinden yağmur altında garipleşen, çamurları açılan yola bakıyordu.
Ayşe kapının aralığından onu seyrediyordu. Erkek dönünce kızı, orada
açık açık kendine bakar gördü; iki iri siyah gözün lezzetle bakışlarından
bir şey; gururunu, şehvetini kışkırtan bir etki duydu, gülerek dedi
ki: - Kız sen, burada yalnız
korkmuyor musun? O, belki yalnız değildir
diye bir tecrübe ediyordu; Ayşe cevap vermeden, vahşi bir utanç içinde
kaçtı, Ali Bey arkasından atıldı. Kız, elleriyle yüzünü kapamış, üzerinde
ıslak entarisi, ayağında nalınları, kazana dayanmış duruyordu. Vücudunda
yabancı bir elin sıcak dokunmasını duyunca korkarak bağırdı, öbür
köşeye kaçtı. Ali Bey bu yağmurdan, bu karanlıktan, bu çıplak, ateş
gibi yanan vücuddan gitgide artan bir haz duyarak, izleyip kollarını
açarak atıldı. Fakat mutfağın bir köşesinden yavaş yavaş dışarı sızan
pis sular üzerinde ayakları kaydı, başı ocağın sivri taşlarına doğru
yüzüstü bir korkuluk gibi devrildi. Öbürü dışarı fırladı. Bir süre
evde yağmurun şakırtısından başka bir şey duyulmadı… Ayşe bu uzun
bekleyişten bir şey anlamayarak, fakat bir korku duyarak kapıya yaklaştı,
aralıktan baktı… Ali Bey arkasında abası, ayağında poturları, kirli
sular içinde, o halde upuzun yatıyordu. Kız, kalbi bir canavar pençesi
altında boğulmuş, her tarafı titreyerek önce oyun sanmak istediği
bu yatışta bir ölü hali gördü, içeri koştu. Yerdeki suyun üzerinde
pembe bir yol açılıyordu. Dokunmağa korkarak uzaktan baktı. Bu, pis
sulara Ali Beyin çatlamış beyninden sızıyordu. Artık o bir ölü idi. Ayşe'nin gözleri bulandı,
yüreğinden sanki bir şey koptu; sapsarı, halsiz, orada bir yere dayandı.
İnanamıyordu inanmak istemiyordu. Korktu. Kelimenin bütün anlamıyla
korktu, gözünün gönünde bir halk kalabalık gördü; onun içinde askerler
vardı, tüfekler parlıyordu, kılıçlar çekilmişti. Hemen yerinden fırladı,
bir dürtüye uyarak bu pislenmiş cesedi oradan kaldırmağı düşündü;
nasıl? Yöresine bakıyor, her yönü dinliyor, korkuyordu. Yağmur deminki
şiddetle kaplamalara çarpıyordu. Camdan dışarıya uzandı; daha ilk
bakışta ahırı, açık kapısından bir mezar gibi karanlığı kendine bakıyor
gördü. Bunda bir çağırı sezdi. Yerini bulmuştu, iş onu oraya kadar
götürmekti. Kendinde, on dokuzunu bulmamış bu soluk, sıska vücudu
taşıyabilecek bir kuvvet duydu; iğrenerek ellerini sürdü, sırtüstü
sürüklemeğe cesaret edemeyerek onu çevirdi. Ölünün açık duran gözleri
bu davranışla kendi kendine kapandı. Bu sırada sokak kapısını
biri salladı, sonra tırmalamağa başladı. Ayşe deli gibi pencereye
koştu. Ölenin köpeği iki ayağı üzerine kalkmış, sahibini arıyor, sabırsızlık
gösteriyordu. Kız, cesareti bütün bütün kırılarak donakalmıştı; peki
onu ne yapacaktı? Cesedi ahıra götürmek için bahçeden geçecekti, köpek
sahibinin böyle çamurlar içinde bacaklarından sürüklenerek taşınmasına
razı olacak mı? Hayvana yeniden baktı, kulaklarını dikmiş, içeriyi
dinliyor, kısık sesler çıkarıyor, gözleri kapının aralığında bekliyordu…
Ayşe şakaklarına doğru kesintisiz bir ağırlık çöktüğünü, ensesindeki
damarların şiştiğini duyuyordu. Kalbi parçalanacak gibi vuruyor, gözlerinin
önünde sinek gibi bir şeyler ağır ağır uçuyordu. Ölmeğe özlem duydu. Fakat
artık kararını vermişti, anası dönmeden her şeyi, hepsini temizliyecekti.
Bakır maşrapayı mutfaktan kaptıktan sonra kapıyı iki parmak aralık
etti, köpek kokluyarak burnunu uzattı, yavaş yavaş üç parmak, sonra
bir o kadar daha açtı, mengene içinde gibi uzanan bu müthiş başa kuvvetinin
bütün elverişiyle bir vuruş indirdi; maşrapa bir yöne düştü, köpek
de oraya devrildi, bir süre çabaladıktan sonra kaskatı kaldı. Yağmur şiddetini azaltmıştı,
gene de yağıyordu. Önce ahırda paslı, kırık bir kürekle geçici bir
çukur kazdı, sonra iki cesedi oraya sürükledi. Ölünün cebindeki saat
daha işliyordu, onu alıp almamak için duraksadı, sonra bıraktı; gübre
ile üzerini örttü, iliklerine kadar ıslanmıştı. Mutfağı temizledi,
ocağa tencereyi astı; su kaynadıktan sonra fasulyeleri attı. İşi bitmişti;
anasını bekledi. Ertesi gün, sabahtan
akşama kadar ahırda kalıp derin bir çukur kazdı, Ali Beyle köpeğini
oraya sakladı, üzerlerine gübre çekti ve gece vücudunun yorgunluğu
yardımiyle fikri uyuşmuş ölü gibi uyudu. Köpeğiyle beraber izine
raslanmayan Ali Beyin bu esrarlı kayboluşu her zaman olduğu gibi bir
süre hayattakileri oyaladı, sonra yavaş yavaş silindi, gitti. Bir ay sonra, genç bir köylü, yolda Ayşe'nin anasını çalışmağa gider gördü; o anda evde yalnız kalan kızını düşündü; hemen koştu, bahçenin yıkık bir deliğinden içeri atladı. Ayşe mutfakta odun kırıyordu. Kapının gıcırtısı üzerine başını çevirdi, ayakta kendine bakarak sırıtan köylüyü gördü; eliyle gözlerini kapadı; onu da düşürmemek, öldürmemek, o üzüntü ve acıyı bir daha çekmemek için, korunmasız kendini bıraktı. Erenköy, 1909 Karay, Refik Halid (16. Basım) "Ayşe'nin Yazgısı". Memleket Hikayeleri. İstanbul: İnkılap Yayınları. Ss: 171-176
|
||