frida kahlo (1907 - 1954) : yaman kayıhan : 02022002 | ||||||||||
Bu sözler dünyanın en ünlü ressamlarından Meksikalı Diego Rivera'nın; 25 yıllık eşi-sevgilisi Frida Kahlo'nun sanatına ilişkin. Pablo Picasso da Paris'te açtığı serginin ardından, benzeri bir yorum yapar Rivera'ya Kahlo için: "Ne sen, ne Derain ne de ben, Frida Kahlo gibi yüzler çizmeyi biliyoruz". Aynı sergide Wassily Kandinsky, Kahlo'yu gözyaşları içinde kutlar.
Meksika'da herkesin bildiğini, Diego Rivera da sıkça yineler:
Frida Kahlo kimdir? Bazılarına göre sürrealist ressam, bazılarına göre Diego Rivera'nın ressam eşi. Kendisini sürrealist olarak değerlendirenlere "Ben sürrealist bir ressam değilim. Asla hayallerimi resimlemedim. Yalnızca kendi gerçeğimi resimledim" der. Dönemin entelektüellerinden Alejandro Gomez Arias da, onun Diego'yla ilişkisini şöyle değerlendirir:
Kahlo'nun resimlerindeki imgelerin, duygu yoğunluğunun, fiziksel ve psikolojik acının en yalın açıklaması, onun yaşam öyküsünde ifadesini bulur. Resimlerinin çoğunda, nesneleşmiş bedeni ile bu bedene ait her organın acı-umut dolu çığlığı hissedilir. Bu çığlık, beden ile duyguların bütünlüğünü sağlama mücadelesinde somutlanır çoğu kez. Acı, umudu ve mücadeleyi besler. Meksika'dan bir kadın Meksikalı ressam Magdalena Carmen Frida Kahlo Calderon, 6 Temmuz 1907'de, Mexico City yakınlarındaki Coyoacan'da doğmuştur. Fakat doğum tarihini, Meksika devriminin gerçekleştiği 1910 olarak söylemiş, yaşamının modern Meksika'nın doğuşuyla başlamış olmasını istemiştir. Bu ayrıntı, onun bağımsız kimliğinin ve sosyal ve ahlaki kalıplara karşı koyuşunun, tutkularıyla hareket edişinin, Amerikanlaşmaya karşı Meksikalılığını ve kültürel gelenekleri savunmasının ipuçlarını vermektedir. Frida'nın doğumundan kısa süre sonra, annesi hastalandı ve kızına süt veremeyecek hale geldi. Bu yüzden çocuğu, bir süre, kızılderili bir sütanne emzirdi. Bunun Frida'yı etkilemiş olamayacağına inandılar, ama Kahlo, yıllar sonra yaptığı resimlerde, sütannesini, Meksikalı yönünün mitik bir şekilde bedenlenmiş hali olarak gösterdi. Hakkında karmaşık duygular beslediği annesini çok nazik, canlı ve zeki, ama aynı zamanda zalim, hesaplı ve fanatik bir şekilde dindar olarak tanımlamıştır. Annesine pek düşkün olmasa da, Frida babasını çok seviyordu. Altı yaşındayken geçirdiği çocuk felci sırasında babasının dokuz ay boyunca kendisine baktığını hiç unutmamıştır. Bu hastalığın bir sonucu olarak, Frida'nın bir bacağı özürlü kalmış, kendisine "Tahta Bacak Frida" denmiştir. Günlüğünde, çocukluğunun harika geçtiğini, babası hasta bir insan olsa da şefkat ve çalışkanlığın mükemmel bir simgesi olduğunu, daha da önemlisi, tüm sorunlarına anlayışla yaklaştığını söylemiştir. Kaza Kahlo, Escuela Nacional Preparatoria'da aldığı eğitimden sonra, doğa bilimlerine yönelmek istemiştir. Ama 1925 Eylül'üne kadar sanatla ilgilenmeyi düşünmediği halde, kendini, çizim yapmak zorunda olduğu bir stüdyoda bulmuştur. Kahlo'nun bütün hayatını derinden etkileyen kaza, 17 Eylül 1925'te, erkek arkadaşı Alejandro Gomez Arias ile birlikte otobüsle okuldan dönerken gerçekleşti. Bindikleri otobüs, bir tramvayla çarpışır ve çok sayıda kişi ölür.
Alejandro Arias Gomez, trenin çelik çubuklarından birinin, Frida'nın leğen kemiği hizasında, bir tarafından girip, diğer tarafından çıktığını anlatmıştır. Gomez'in anlattıkları arasında, Frida'nın kan içindeki bedeni üzerine altınlar düştüğü ve insanların "La bailarina, la bailarina" diye şarkılar söylediği de vardır.
Ambulans gelip de Frida hastaneye götürüldüğünde, doktorlar, omurgasının, bel bölgesinde üç noktadan kırıldığını, köprücük kemiği ile üçüncü ve dördüncü kaburgalarının da kırık olduğunu gördüler. Sağ bacağı on bir yerden kırılmış, yerinden oynamış ve ezilmişti. Sol omzu çıkmış, leğen kemiği de üç yerden kırılmıştı. Çelik çubuk karnının sol tarafından girip cinsel organından çıkmıştı. Doktorlar, tekrar yürüyebileceğinden, hatta yaşayabileceğinden bile şüpheliydiler. Onu parça parça bir araya getirmeleri gerekiyordu. Doktorlar, anne ve babasını aradılar, ama ikisi de gelebilecek durumda değildi. Onu ziyarete yalnızca kız kardeşi Matilde ve okul arkadaşları gitti. Hastanede geçirdiği günlerde, aldığı yaralar nedeniyle kendisini ziyarete gelemeyen erkek arkadaşına düzenli olarak mektup yazdı. Kızıl Haç Hastanesi'nden tam bir ay sonra, 17 Ekim'de ayrıldı. Taburcu edilmişti, ama aylarca evden çıkamayacağı düşünülüyordu. Bu aylarda, sıkıntı ve acıdan kaçmak için resim yapmaya başladı. Kendisini görmek ve resmini yapmak için yanında bir ayna bulunduruyordu. 1925 yılından başlayarak, Frida'nın hayatı, korkunç bir savaş ve omurgası ile sağ bacağında dinmeyen bir ağrıyla geçti. Ama çok acı çektiği halde, bunu göstermekten kaçındı. Hastayken bile sürekli gülümsüyordu. 5 Aralık 1925'te şunları söyler: "Başıma gelen en iyi şey acı çekmeye alışmaya başlamam." Sadece Frida değil, ailesinin de bu duruma alışması oldukça zaman alır. Sürekli alçı korseyle yatan, acılar içinde haykıran kızlarının karşısında çaresizdirler. Kayınpederinden fotoğrafçılığı öğrenen babası, uzun yıllar fotoğraf çekerek ailesini geçindirir. İşleri giderek kötüleşen babası, Frida'nın bakım masraflarını daha fazla kaldıramaz ve evde değerli olan her şey satılır. Bir tek babasının tutkuyla çaldığı piyanosuna ve kitaplara kıyılamaz. Aile ciddi bir sıkıntı içindedir. Babasının sara krizleri sıklaşır. Bir Pazar günü aile Frida'nın odasında toplanır. Tahtalar taşınır, alet çantası açılır. Frida'ya yeni bir karyola yapmaya karar vermişlerdir. O günün akşamı karyola bitirilir. Tıpkı kralların sütunlu karyolasına benzer. Annesi Matilde, sürpriz yaparak yatağın tavanına da bir ayna asar, Frida kendini seyredebilsin diye. Frida'nın ilk tepkisi dehşetlidir. Parçalanmış bedeni ve "kendisi" ile karşı karşıyadır artık. Bir süre sonra aynanın altında yatan bedenine, parçalanmış kimliğine daha az korkarak bakmaya ve aynadaki Frida'yı çizmeye başlar. Dayanılmaz şiddetteki ağrılarını duymamanın bir yoludur bu: "Aslında pek önem vermeksizin, resim yapmaya başladım" der sonraki yıllarda. İlk portresini ilk aşkı Alejandro'ya armağan eder. Oysa o, Alejandro için bir aşk olmaktan çoktan çıkmıştır. Kazadan sonra otoportreler ve başka resimler yapmayı sürdürdü. İyi hissettiği bir gün, saygın bir sanatçı olduğunu bildiği Diego Rivera'yı görmeye gitti. Resimlerinin, bir kariyer yapmak için yeterince iyi olup olmadığını sordu ona. Daha sonra da görüşmeye devam ettiler. Tanıştıklarında, Rivera kırk bir yaşındaydı. Fiziksel bir çekiciliği olmadığı bir gerçekti, ama canlı ve etkileyici bir adamdı. 21 Ağustos 1929'da Kahlo ve Rivera evlendiler. Evliliklerinin ilk yılında Frida hamile kaldı, ama hamilelik sırasında yaşadığı sorunlar yüzünden, bebeği aldırdı. Başına gelen kötü olaylar bununla da bitmedi. Diego'nun, küçük kız kardeşlerinden biriyle ilişkisi olduğunu öğrendi. Hayatının sonraki yıllarında, başından iki düşük vakası daha geçti ve Diego'nun, başkalarıyla da ilişkisi olduğunu öğrendi. 1939 yılında nihayet boşanmaya karar verdi. Ama 1940'ta yeniden evlendiler.
... Frida için Diego'nun anlamını, günlüğüne yazdığı şu sözlerden izlemek olanaklı:
Diego, Frida Kahlo'nun çocukluğunun geçtiği Mavi Ev'e yerleşir. İlişkileri, inişli çıkışlı ama, hep tutkuludur. Bu süre içinde Rivera, skandallar yaratan ilişkiler kurar. Frida'nın da "aşk" diye tanımladığı ilişkileri olur. Bunlardan biri de, Rivera'nın Meksika Cumhurbaşkanı'ndan aldığı özel izin sonucu Meksika'ya gelen Troçki'yledir. Troçki, Kahlo'nun evine yerleşir. Aralarında engellenemez bir yakınlık olur. Gizlilik koşullarında bir süre devam eden ilişki, Troçki'nin karısı tarafından fark edilir. Frida, Troçki'den ayrılır. Frida'nın sağlığı sık sık bozulur. Dayanılmaz ağrıları teklarlar. Buna rağmen bütün gücüyle resim yapar. Amerika'da, Fransa'da sergiler açar. Başarıdan başarıya imza atar. Ama içindeki boşluk duygusundan kurtulamaz. Üç gebeliği de düşükle sonuçlanır. Bebeğe yaşam vererek, bir anlamda bedenindeki ölümle yaşam arasındaki mücadeleden, yaşamı doğurmak ister. Öylesine büyük bir acı duyar ki bundan, kaza ile ilgili kabusları tekrarlar. Frida, çocuğu olmadığı için, sürekli evcil hayvanlar besliyordu. Bunlarla ilgili iki portresi vardır: 1941'de yaptığı "Ben ve Papağanlarım" ile 1943'te yaptığı "Maymunlarla Otoportre". 1950 yılında, omurgasından olduğu ameliyatlar nedeniyle, yine dokuz ay hastanede yattı. 1953'te ise Meksika'daki galerisinde, ilk kişisel sergisini açtı. 1954'te, hastalığı ağırlaştı. Buna rağmen Kuzey Amerika'nın Guatemala'ya müdahale etmesine karşı yapılan gösteriye katılmıştı. 13 Temmuz 1954'te, akciğerlerindeki damarların tıkanması sonucu ölmüştür, ama günlüğündeki intihar düşünceleri, kendi hayatına son vermiş olabileceği düşüncesini de uyandırmaktadır. Hayatı boyunca acı çekmiştir Kahlo. Ama buna rağmen, hayranlık uyandıracak bir şekilde, başı hep dik kalmıştır. Kahlo'nun Rahatsız Edici Sanatı Pek çok yeni görüntü eğilimleri, insan vücudundan yararlanıyor: Sahne sanatçıları, görüntü sanatçıları, sanal sanatçılar, uzman yaratıcılar, herkes vücutları açıyor, bağlıyor, boyuyor, dövmeler yapıyor...Vücut parçaları her yerde: Dergilerde ve reklamlarda beyinler, logolarda kafalar, reklamlardaki kalpler... Frida Kahlo ise bunu 60 yıl kadar önce yaptı. Resimlerinde kanlı doğum ve ölümler, fetüsler, cesetler, vücutlardan ayrı organlar vardı. Kahlo'nun bir başka belirgin özelliği de modern aşırı kültürel eğilimlerin çalışmalarının öncülüğünü yapması, zamanına göre hayli cesur bir yaklaşımla görünen ve görünmeyen arasındaki değişken sınır, olumluya doğru bir ilerleme için duyulan güçlü çekim, değişim, bedenin dış objelerce ele geçirilmesi ve beden/zihin, dış/iç gibi geleneksel ayrımların parçalanması gibi konuları işlemesiydi. Belki de bir söyleme göre (Derrida), dışarısının, içeriyi göstermesine izin vermek, deri gibi dış engelleri kaldırıp yaşamın içini, dışarıya sergilemek vardır Kahlo'nun eserlerinde.
|
||||||||||